Başında ö olan 4 harfli 60 kelime var. Ö harfi ile başlayan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe ile ilgili araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Ayrıca İçinde ö harfi olan kelimeler listesine ya da sonu ö harfi ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz.
Karmaşık harflerden başında ö bulunan kelimeleri bulmak için Kelime Bulma Makinesi'ni kullanabilirsiniz.
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- ÖNCE
-
-
[isim]
Baştaki, geçmişteki bölüm, geçmiş zaman
- "Demin söyledikleri bana sadece daha önce olup bitenleri düşündürdü." (Tarık Buğra)
-
[zarf]
İlk olarak, başlangıçta, sonra karşıtı
- "Önce hep birlikte basın suçunu tarif edelim." (Burhan Felek)
-
[isim]
Baştaki, geçmişteki bölüm, geçmiş zaman
- ÖĞLE
-
-
[isim]
Gün ortası, öğlen
- "Ertesi gün öğleye kadar nasıl vakit geçireceğini bilemedi." (Peyami Safa)
-
Öğle ezanı
-
Öğle namazı
- "Öğleyi de kılar, sonra ağıla çıkarım." (Ömer Seyfettin)
-
[isim]
Gün ortası, öğlen
- ÖZLÜ
-
-
[sıfat]
Özü olan, öz bölümü çokça olan
- "Gönlüm dolu İstanbul'un en özlü sesiyle." (Yahya Kemal Beyatlı)
-
Benliğinde, varlığında, yapısında herhangi bir nitelik bulunan
- "Ben o kadar bedbaht, doğru özlü bir kadınım ki beni sonra anlayacaksınız." (Aka Gündüz)
-
Yapışkan, verimli (toprak)
-
Düşünceyi gereksiz söz kullanmadan bildiren
- "Özlü anlatım."
-
[sıfat]
Özü olan, öz bölümü çokça olan
- ÖZÜR
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
Bir kusurun, bir suçun elde olmadan yapıldığını ileri sürme veya bu kusurun hoş görülmesini gerektiren sebep, mazeret
- "Harp tarihi bu saldırı için hiçbir özür bulamayacaktır." (Falih Rıfkı Atay)
- "Onları, ayakta bekleyenleri görünce özür diledi." (Nezihe Araz)
-
Sakatlık, bozukluk, eksiklik veya elverişsizlik
- "Bu evin birtakım özürleri var. Özrüm var, uzun yol yürüyemem."
- "Karyolasına ilişti, odası için özür dileyip dilememeyi düşündü." (Peyami Safa)
-
Kusur, defo
-
Bir kusurun, bir suçun elde olmadan yapıldığını ileri sürme veya bu kusurun hoş görülmesini gerektiren sebep, mazeret
- ÖMÜR
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Yaşam
- "Yok yere geçirdim günü, ah nideyim ömrüm seni." (Yunus Emre)
- "... ihtiyar adam hazin bir ömür geçiriyordu." (Falih Rıfkı Atay)
- "Orada ümitler ve hayal sukutlarıyla geçen, bir ömre bedel hareketli hayatı!" (Refik Halit Karay)
- "Ekonomik özgürlüğümden bir nebze olsun ödün vermeyeceğim ömrüm oldukça." (Azra Erhat)
-
Çok hoşa giden şey
- "Bu adamın arkadaşlığı ömürdür."
-
[isim]
Yaşam
- ÖĞÜN
-
-
[isim]
Kez, defa
-
Yemek vakti
- "Her öğün tıka basa yediği iki katlı ekmek kadayıfı ile.." (Halide Edip Adıvar)
-
Bir vakitlik yemek
-
[isim]
Kez, defa
- ÖBÜR
-
-
[sıfat]
Öteki, diğer
- "Tünelin öbür ucunda tekrar ufak tefek ışıklar belirmişti." (Reşat Nuri Güntekin)
-
[sıfat]
Öteki, diğer
- ÖZÜT
-
-
[isim]
Bir maddenin herhangi bir yolla elde edilmiş olan özü, ekstre
-
[isim]
Bir maddenin herhangi bir yolla elde edilmiş olan özü, ekstre
- ÖVEÇ
-
-
[isim]
İki üç yaşındaki erkek koyun
- "Git kumandana söyle, öveç ise, ucuz olursa iki tane de benim için alsın, anladın mı?" (Memduh Şevket Esendal)
-
[isim]
İki üç yaşındaki erkek koyun
- ÖRÜK
-
-
Örülmüş olan yer
- "Eğer örük varsa artık paltonun bizimkine ait olduğuna hükmederim." (Burhan Felek)
-
Saç örgüsü
-
Örülmüş olan yer
- ÖRME
-
-
[isim]
Örmek işi
-
[sıfat]
Örülerek yapılmış olan
- "Üstüne açık kahverengi yün örme bir ceket giymişti." (Peyami Safa)
-
[isim]
Örmek işi
- ÖLÜK
-
-
[sıfat]
Canlılığı azalmış, hâlsiz
-
[sıfat]
Canlılığı azalmış, hâlsiz
- ÖNLÜ
- ...
- ÖLET
-
-
[isim]
Öldürücü hastalık salgını, kıran
-
[isim]
Öldürücü hastalık salgını, kıran
- ÖREK
-
-
[isim]
Duvar
-
[isim]
Duvar
- ÖZEL
-
-
[sıfat]
Yalnız bir kişiye, bir şeye ait veya ilişkin olan
-
Bir kişiyi ilgilendiren, hususi, zatî
- "Özel bir diyeceği varmış gibi koluma girdi sokakta." (Necati Cumalı)
-
Devlete değil, kişiye ait olan, hususi, resmî karşıtı
-
Dikkate değer
- "Özel bir ilgi gösterdi."
-
Ayırt edici bir niteliği olan
-
Her zaman görülenden, olağandan farklı
- "Özel durumları da göz önüne alalım."
-
[sıfat]
Yalnız bir kişiye, bir şeye ait veya ilişkin olan
- ÖRGÜ
-
-
[isim]
Örme işi veya biçimi
-
Tığ, şiş veya özel makineyle ilmiklerin yan yana getirilmesiyle örülerek yapılmış şey
- "İstediğiniz kadar tel örgü engelleri koyunuz." (Falih Rıfkı Atay)
-
Örülmüş saç bölüğü, belik
- "Başı yemenili, saçları iki örgü, ayağı takunyalı sarışın bir köylü kızı bana sordu." (Refik Halit Karay)
-
Dokumacılıkta atkı ve çözgü ipliklerinin, dokumayı oluşturacak biçimde belli bir desene göre kesişmesi
-
İletişim, ulaşım vb.nin ülke yüzeyinde yayılmış biçimi, ağ
-
Yapı
- "Batı Avrupa medeniyeti bütün dış ve iç örgüleriyle bana ilk defa orada ayan olmuştu." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
Her türlü eylem ve olaydan oluşan akış
- "Yaşamın örgüsü içinde gereğinden bile çok çalışkanım." (Nezihe Meriç)
-
[sıfat]
Örülerek yapılmış olan, örme
- "Örgü bir giysi."
-
Bazı sinir veya damarların birbirine geçip dolaşmasından ortaya çıkan oluşum
-
Konunun ana çizgisi, oyunun işlenişi veya çatısı
-
[isim]
Örme işi veya biçimi
- ÖTRE
-
-
[isim]
Arap harfli metinlerde bir ünsüzün o, ö, u, ü seslerinden biriyle okunacağını gösteren işaret
-
[isim]
Arap harfli metinlerde bir ünsüzün o, ö, u, ü seslerinden biriyle okunacağını gösteren işaret
- ÖYLE
-
-
[sıfat]
Onun gibi olan, ona benzer
- "Ben öyle bir şey demedim." (Refik Halit Karay)
- "Öyle veya böyle, bir amatör, bir heveskâr işte." (Tarık Buğra)
- "Bana öyle gelirdi ki çocuklar yalnız kışın büyürler." (Sait Faik Abasıyanık)
-
[zarf]
O yolda, o biçimde, o tarzda
- "... öyle tembel tembel salınışları, birdenbire öyle bir duruşları, arkalarına bir bakışları var ki insanı çileden çıkarıyor." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
[zarf]
O denli, o kadar, o derece
- "Bugünlerde biraz üzüntü içindeysen de kasavetlenmeyesin öyle." (Osman Cemal Kaygılı)
-
[ünlem]
İçinde "ne, nasıl" vb. sorular bulunan cümlelerin sonuna geldiğinde o cümlede anlatılan şeyin hoş karşılanmadığını veya ona şaşıldığını anlatan bir söz
- "O ne biçim iş öyle! O nasıl hayvan öyle!"
-
[sıfat]
Onun gibi olan, ona benzer
- ÖRTÜ
-
-
[isim]
Örtmek için kullanılan şey
- "Hekim, hastanın üstündeki örtüyü açtı." (Memduh Şevket Esendal)
- "Kız Ayşe, anana söyle, seni örtüye soksun." (Ömer Seyfettin)
-
Yapılarda çatı, dam
-
[isim]
Örtmek için kullanılan şey