İçinde z olan 3 harfli 76 kelime var. İçerisinde Z harfi bulunan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Bir de başında z harfi olan kelimeler listesine ya da Sonu z harfi ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, İşlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- BİZ
-
-
[zamir]
Çokluk birinci kişiyi gösteren söz
- "Biz, Türkler, bütün tarihî hayatımızca hürriyet ve istiklale timsal olmuş bir milletiz!" (Atatürk)
- "Şehir uşağıyız. Bize de mi lolo? Bu işin içinde bir karı dalaveresi olduğunu anladım." (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
-
Bazen teklik birinci kişi zamiri "ben" yerine kullanılan bir söz
- "Biz kendisini aldığımız zaman vücudu pek ince idi." (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
-
[zamir]
Çokluk birinci kişiyi gösteren söz
- CIZ
-
-
[isim]
Çocuk dilinde ateş
-
Kızgın yağın içine bir şey atıldığında çıkan ses
-
[isim]
Çocuk dilinde ateş
- ZİL
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
İşaret vermek, uyarmak, çağırmak için kullanılan ve bir çan ile bu çana vuran bir tokmaktan oluşan, elle veya başka düzenlerle işletilebilen araç
- "Birini buldu, ne güzel oldu diye zil takıp oynayacak mıydım?" (Ahmet Ümit)
- "... ayakta kendilerine çekidüzen veren iki taze zillerini vuruyordu." (Refik Halit Karay)
-
Birbirine çarparak ses çıkartmak için parmaklara veya tefin kasnağındaki deliklere takılan yuvarlak, metal nesne
- "Gözler kamaştıran şala, meftun eden güle / Her kalbi dolduran zile her sineden ole." (Yahya Kemal Beyatlı)
-
[isim]
İşaret vermek, uyarmak, çağırmak için kullanılan ve bir çan ile bu çana vuran bir tokmaktan oluşan, elle veya başka düzenlerle işletilebilen araç
- BAZ
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[sıfat]
Temel
- "Baz fiyat."
-
[isim]
Taban
-
[isim]
Bir asitle birleştiğinde bir tuz oluşturan madde, esas
-
[sıfat]
Temel
- ARZ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Sunma
-
Piyasaya mal sürülmesi
- "Demin de arz ettiğim gibi karakolda izah ederim." (Tarık Buğra)
-
Yüksek bir makama anlatma, bildirme
-
[isim]
Sunma
- VAZ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Konma, konulma
-
Birine ayırma, ona ait olma
-
[isim]
Konma, konulma
- KEZ
-
-
[isim]
Bazı sayı sıfatlarıyla birlikte kullanılarak bir olayın ve olgunun her bir tekrarlanışını bildiren söz, defa, kere, sefer
- "İki kez İstanbul'a gittim."
-
[isim]
Bazı sayı sıfatlarıyla birlikte kullanılarak bir olayın ve olgunun her bir tekrarlanışını bildiren söz, defa, kere, sefer
- ZAM
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Bir şeyin fiyatını artırma, bir fiyat üstüne yeni bir fiyat katma, bindirim
- "Ekmek iki ayda üç defa zam gördü."
-
[isim]
Bir şeyin fiyatını artırma, bir fiyat üstüne yeni bir fiyat katma, bindirim
- UZA
- ...
- IRZ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Bir kimsenin, başkaları tarafından dokunulmaması ve saygı gösterilmesi gereken iffeti
- "Bekçiye mahalle, ırzını, namusunu, malını canını tereddütsüz teslim edebilirdi." (Samiha Ayverdi)
-
[isim]
Bir kimsenin, başkaları tarafından dokunulmaması ve saygı gösterilmesi gereken iffeti
- SÖZ
-
-
[isim]
Bir düşünceyi eksiksiz olarak anlatan kelime dizisi, lakırtı, kelam, laf, kavil
- "Aklıma bu maaş meselesinden bir kere de Ahmet Kerim'e söz açmak geldi." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
- "Toplantıda ilk olarak başkan söz aldı."
- "Numaralar okunuyor, görüşüyoruz, gruplardan gruplara sözler atıyoruz, şakalar ediyoruz, ne hoş eğleniyoruz." (Refik Halit Karay)
- "Söz bir, Allah bir, seni ele vermem." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
Bir veya birkaç heceden oluşan ve anlamı olan ses birliği, kelime, sözcük
- "İşimin yapılacağı konusunda bakandan söz aldım."
- "Sarhoşlar söz atıyor." (Halide Edip Adıvar)
- "Bu toplantıda büyüklere söz düşmüyor." (Halide Edip Adıvar)
- "Hâlbuki bu münasebetsiz dedikodular mektebe de söz getirmeye başladı." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Bir konuyu yazılı veya sözlü olarak açıklamaya yarayan kelime dizisi
- "Yer yer birçok türküde rastladığımız beylik sözler de vardı içinde." (Bedri Rahmi Eyuboğlu)
-
Kesinlik kazanmayan haber, söylenti
- "Ortalıkta bir söz dolaşıyor."
-
Bir işi yapacağını kesin olarak vadetme
- "O, sözünde duran bir adamdır."
-
Müzik parçalarının yazılı metni, güfte
- "Şarkının sözleri çok anlamlı."
-
[isim]
Bir düşünceyi eksiksiz olarak anlatan kelime dizisi, lakırtı, kelam, laf, kavil
- KIZ
-
-
[isim]
Dişi çocuk
- "Düşüncesi bu noktaya gelince birdenbire Azize'nin küçük kızını hatırladı." (Halide Edip Adıvar)
- "Kız gibi oğlan."
- "Sen kızı kandıracaksın, sonra kaynananla gidip kızı isteyeceksin." (Halide Edip Adıvar)
-
Bakire
- "Bulursam namuslu bir kızla evleneceğim." (Bedri Rahmi Eyuboğlu)
- "Yemekten sonra sürgün herifin aklını yoklamak için, kızım sana dedim, gelinim sen işit, demeye getirip sordu." (Kemal Tahir)
-
Üzerinde kadın resmi bulunan iskambil kâğıdı
- "Karo kızı."
- "Şimdi de kucağında evirip çevirdiği İngiliz malı, kız gibi mavzerine bakıyor, gözlerini ondan ayırmıyordu." (Tarık Buğra)
-
[ünlem]
Dişi cinsten birine daha yaşlı biri tarafından kullanılan bir seslenme sözü
-
[isim]
Dişi çocuk
- POZ
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Resim ve fotoğrafta duruş
- "Yastıkları hastaya vereceğim yan oturma pozuna göre dizdim." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Tam çizerken bir arkadaşı geliyor, poz veren çocuğun ensesine bir küfür ve bir de şamar yapıştırıyor." (Bedri Rahmi Eyuboğlu)
- "Büyük yazar pozlarındalar ama, edebiyat dünyası denilen şu dünyanın ne geçmişinden ne şimdisinden haberleri var." (Nezihe Meriç)
-
Fotoğrafta objektifin açık kaldığı süre
-
Fotoğraf makinesinde kullanılan filmde her bir kare
-
Kurum, çalım
-
[isim]
Resim ve fotoğrafta duruş
- UZO
-
Kelime Kökeni : Rumca
-
[isim]
Yunan rakısı
-
[isim]
Yunan rakısı
- KÖZ
-
-
[isim]
Küçük kor parçası
-
[isim]
Küçük kor parçası
- HAZ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Hoşa giden duygulanma, hoşlanma, zevk
- "Bunların hiçbirisinden haz almazdı, bu âlemde bir güzellik olmak lazım gelse bir başka biçimde lazım geleceğini düşünüyordu." (Halit Ziya Uşaklıgil)
- "O, ... kullanmaya alışık olduğu bu şartlı eşyasını gördükçe ve elledikçe bir haz duyardı." (Abdülhak Şinasi Hisar)
- "Göze bu kadar samimi ve sıcak haz veren bir mahluk çok zamandır görmemiştim." (Halide Edip Adıvar)
- "Günün bu son hazzını çıkarmadan ondan niçin vazgeçeriz?" (Abdülhak Şinasi Hisar)
-
Bir şeyden duyusal veya manevi sevinç duyma
-
Ezgi
-
Sürdürülmesi istenen ılımlı ve doygunluk veren coşku
- "Ömrünün en öfkeli veya buhranlı anlarında bile yaşamak hazzının parıltısı gözlerinden eksik olmazdı." (Abdülhak Şinasi Hisar)
-
[isim]
Hoşa giden duygulanma, hoşlanma, zevk
- HIZ
-
-
[isim]
Çabukluk, sürat
- "Hikâyede baştan sona kadar hareket ve hız olmalıdır." (Falih Rıfkı Atay)
- "Fırtına hızını aldı."
- "Güneş hızını kaybedince bu yapışkan su donar, yapraklar ellenebilir, toplanabilir duruma gelir." (Necati Cumalı)
-
Bir hareketten doğan güç, şiddet
- "Yağmur şimdi hızını daha da arttırmıştı." (Haldun Taner)
- "Münakaşa tekrar eski hızını alamayarak biraz sonra söndü." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Çaba, güç, gayret, takat
-
Alınan yolun harcanan zamana oranı, sürat
-
[isim]
Çabukluk, sürat
- TOZ
-
-
[isim]
Çok küçük ve hafif parçacıklara bölünmüş toprak
- "Bu talihsiz taşra kentinde, yolun iki yanındaki yeşilleri tozdan yitmiş ağaçlara bakmak insanı daha bir yalnız kalmışlık duygusu içinde bırakıyor." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Uzaktaki yoldan açık bir otomobilin tozu dumana katarak kasabaya geldiği görüldü." (Haldun Taner)
-
Çok küçük parçacıklara bölünmüş olan herhangi bir madde
- "Bak gene bir tutam saçak tütün kalmadı. Bana yalnız tozları kalıyor." (Memduh Şevket Esendal)
- "Bu tozu dumana katarak kaçan canavara yetişmek tıknefes lalanın kârı değildi." (Reşat Nuri Güntekin)
-
[sıfat]
Bu durumda olan
- "Toz boya. Toz biber."
-
[isim]
Çok küçük ve hafif parçacıklara bölünmüş toprak
- AZI
-
-
[isim]
Köpek dişlerinden sonra içeriye doğru, alt ve üst çenenin iki yanında beşer tane bulunan ve yiyecekleri öğütmeye yarayan dişlerin ortak adı, azı dişi, öğütücü diş
-
Öküz arabalarında ön ve arka yastıkları dingile bağlayan ağaç çivi
-
[isim]
Köpek dişlerinden sonra içeriye doğru, alt ve üst çenenin iki yanında beşer tane bulunan ve yiyecekleri öğütmeye yarayan dişlerin ortak adı, azı dişi, öğütücü diş
- TUZ
-
-
[isim]
Kokusuz, suda eriyen, yiyecekleri korumada ve tatlandırmada kullanılan billursu madde
- "Kaldırdığı gibi pekmez çömleğini vurmuş yere, tuz buz etmiş." (Rıfat Ilgaz)
- "Küçük votka kadehleri, mermi ıslıklarıyla aynalara çarpıp tuzla buz oluyorlar." (Atilla İlhan)
-
Bir asitteki hidrojenin yerini bir bazın almasıyla oluşan birleşim, sodyum klorür (NaCl)
-
[isim]
Kokusuz, suda eriyen, yiyecekleri korumada ve tatlandırmada kullanılan billursu madde