Sonunda l olan 3 harfli 57 kelime var. L harfi ile biten kelimeler listesini inceleyerek aradığınız kelimeleri bulabilirsiniz. Türkçe araştırmalarınızda, scrabble oyununda bu kelimeleri kullanabilirsiniz. Ayrıca İçinde l harfi olan kelimeler listesine ya da başında l harfi olan kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, işlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- ZİL
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
İşaret vermek, uyarmak, çağırmak için kullanılan ve bir çan ile bu çana vuran bir tokmaktan oluşan, elle veya başka düzenlerle işletilebilen araç
- "Birini buldu, ne güzel oldu diye zil takıp oynayacak mıydım?" (Ahmet Ümit)
- "... ayakta kendilerine çekidüzen veren iki taze zillerini vuruyordu." (Refik Halit Karay)
-
Birbirine çarparak ses çıkartmak için parmaklara veya tefin kasnağındaki deliklere takılan yuvarlak, metal nesne
- "Gözler kamaştıran şala, meftun eden güle / Her kalbi dolduran zile her sineden ole." (Yahya Kemal Beyatlı)
-
[isim]
İşaret vermek, uyarmak, çağırmak için kullanılan ve bir çan ile bu çana vuran bir tokmaktan oluşan, elle veya başka düzenlerle işletilebilen araç
- FEL
-
-
[isim]
Görüngü
-
[isim]
Görüngü
- FUL
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Taşkırangillerden, birçok türü bulunan ağaççık ve bunun güzel kokulu beyaz çiçeği (Casmin sambac)
-
Küçük taneli bir bakla türü
-
[isim]
Taşkırangillerden, birçok türü bulunan ağaççık ve bunun güzel kokulu beyaz çiçeği (Casmin sambac)
- MOL
- ...
- TOL
-
-
[isim]
Taş kemer veya taş kemerlerle yapılmış ev, oda, kapı vb. şey
-
Yayla veya bahçe kulübesi
-
Küçük köy
- "Bu demir yolu, bu yana gidersen derenin boyuna alır, iner Kara Hasan toluna." (Memduh Şevket Esendal)
-
[isim]
Taş kemer veya taş kemerlerle yapılmış ev, oda, kapı vb. şey
- JEL
-
Kelime Kökeni : İngilizce
-
[isim]
Tedavi amacıyla kullanılan jöle yapısında bir krem türü
-
[isim]
Tedavi amacıyla kullanılan jöle yapısında bir krem türü
- YEL
-
-
[isim]
Havanın yer değiştirmesinden oluşan esinti, rüzgâr
-
Romatizma ağrısı
-
Kalın bağırsaktaki gaz
-
[isim]
Havanın yer değiştirmesinden oluşan esinti, rüzgâr
- TEL
-
-
[isim]
Türlü metallerden yapılmış, kopmaya karşı bir direnç gösteren ince uzun nesne
- "Gelin teli. Telgraf teli."
- "Bahçeye tel çektik."
-
[sıfat]
Bu nesneden yapılmış veya bu nesne biçiminde olan
- "Tel kafes. Tel çivi."
-
Tencere, çaydanlık vb.ni ovarak temizlemek için kullanılan nesne
-
İnsan saçını oluşturan ipçik
- "İki açık sarı tel terli alnımızın üstüne yapışmıştı." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Bazı organizmaların demet durumundaki oluşumunu meydana getiren ipçiklerin her biri, lif
-
[isim]
Türlü metallerden yapılmış, kopmaya karşı bir direnç gösteren ince uzun nesne
- ÇUL
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Genellikle kıldan yapılmış kaba dokuma
- "Geceleri Ali, bir çula bürünerek yatıyordu." (Ömer Seyfettin)
- "Muharrem, çulu epey düzmüş vaziyetteydi." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Kıldan veya yünden yapılmış hayvan örtüsü
- "Ata çul örtmek."
- "Aranızdan ayrılalı bir ay var mı? Belki yok bile. Çulu derhâl düzelttim." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Giyim, giysi
-
[isim]
Genellikle kıldan yapılmış kaba dokuma
- GÜL
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
Gülgillerin örnek bitkisi (Rosa)
- "Herkes evinin önünü temizlesin, şehir gül gibi olur." (Tarık Buğra)
-
Bu bitkinin katmerli, genellikle kokulu olan çiçeği
- "Çocuğuna gül gibi bakıyor."
- "Allah bereket versin, gül gibi geçiniyorum." (Reşat Nuri Güntekin)
-
[isim]
Gülgillerin örnek bitkisi (Rosa)
- SAL
-
-
[isim]
Birçok kalın direk yan yana bağlanarak yapılan, düz ve korkuluksuz deniz veya ırmak taşıtı
- "Dalgaları ufukları örten bir denizde, küçük bir sal parçası üstünde bir boraya mı tutulduk?" (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
[isim]
Birçok kalın direk yan yana bağlanarak yapılan, düz ve korkuluksuz deniz veya ırmak taşıtı
- MİL
-
Kelime Kökeni : Rumca
-
[isim]
Selin sürükleyip getirdiği çok küçük taneli çamurlaşmış kum ve toprak karışımı
-
[isim]
Selin sürükleyip getirdiği çok küçük taneli çamurlaşmış kum ve toprak karışımı
- ZÜL
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Alçalma, düşkünlük
-
Ayıplanacak şey
-
[isim]
Alçalma, düşkünlük
- KUL
-
-
[isim]
Tanrı'ya göre insan, abd
- "Kul ile Tanrı'nın arasına girilmez."
- "Ben serüvenlere kul olmayacağım, serüvenler bana kul olacak." (Atilla İlhan)
- "Kulunuz bu kadar yıl yaşadım, kahveye adımımı atmış değilim." (Haldun Taner)
-
Köle
- "Kendisi kabilenin beyinin kullarından birinin kızıydı. Ve beyler yalnız kendi kullarını değil, kullarının evladını da satabilirlerdi." (Halide Edip Adıvar)
-
Karavaş
-
[isim]
Tanrı'ya göre insan, abd
- ŞAL
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
Genellikle Hindistan'da dokunan, özel motifleri olan değerli bir yün kumaş
- "Genç kadın, yün şalını başına almışken çıkardı." (Reşat Enis)
-
Kadınların omuzlarını örtmek için kullandıkları geniş atkı
- "Zil, şal ve gül. Bu bahçede raksın bütün hızı... / Şevk akşamında Endülüs üç defa kırmızı..." (Yahya Kemal Beyatlı)
-
[isim]
Genellikle Hindistan'da dokunan, özel motifleri olan değerli bir yün kumaş
- HAL
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
Çözme, çözülme
-
Eritme
-
Karışık bir sorunun içinden çıkma, sonuca varma
-
Çözme, çözülme
- YOL
-
-
[isim]
Karada, havada, suda bir yerden bir yere gitmek için aşılan uzaklık, tarik
- "Hayatta epeyce yol almış, çoluk çocuğa karışmış bir münevver olarak sürüden ayrılmaya korkuyordu." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Bütün günlerimiz için kendimize bir yol çizer, sonra her gün bunun aksine hareket ederiz." (Abdülhak Şinasi Hisar)
- "Elinde güçlü bir çıra vardı, onu yüksekte tutarak yolculara yol gösteriyordu." (Nezihe Araz)
- "Senin yolunu kesecek, engel olacak değilim." (Mahmut Yesari)
-
Karada insanların ve hayvanların geçmesi için açılan veya kendi kendine oluşmuş, yürümeye uygun yer
- "Bahçeleri bahçelere toprak yollar bağlardı." (Çetin Altan)
- "Biz benzincinin istihkakını düşeriz, siz de benzini alırsınız, diye yol gösterirler." (Memduh Şevket Esendal)
- "Yola öğle yemeğinden sonra çıktık." (Samim Kocagöz)
-
Genellikle yerleşim alanlarını birbirine bağlamak için düzeltilerek açılmış ulaşım şeridi
- "Yolda oynayan çocuklara ne olduğunu sordu." (Ömer Seyfettin)
- "Motorun yanaşmasını bekliyorum, yol kestiği için şimdi hiç gürültü etmiyor." (Zeyyat Selimoğlu)
- "Mademki bu işi yapamıyorsun, o hâlde başka işimiz yok derler, bana yol verirler." (Orhan Kemal)
- "Bir roman konusundan yola çıkarak Salâh Birsel'in 'Dört Köşeli Üçgen'iyle Orhan Kemal'in 'Murtaza'sı arasında bir akrabalık kuruverdi." (Selim İleri)
-
İçinden veya üstünden bir sıvının geçtiği, aktığı yer
- "Su yolu. Sel yolu."
- "Seniha'nın bu hareketi türlü türlü tefsirlere yol açtı." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
Yolculuk
- "Yola çıkmak. Yoldan kalmak."
-
Gidiş çabukluğu, hız
- "Bu vapurun yolu az."
-
Davranış, tutum, gidiş veya davranış biçimi
- "Celal Bey'i sakal bırakma yolunda, kim, hangi örnek özendirdi diye çok düşünmüşümdür." (Haldun Taner)
-
Uyulan ilke, sistem, usul, tarz, tarik
- "Duyguların eğitimi de en iyi sanat yoluyla olur."
-
Kumaşta bulunan çizgi
-
Kez, defa
-
Gaye, uğur, maksat
- "Bu yolda çok emek harcandı."
-
Bir amaca ulaşmak için başvurulması gereken çare, yöntem
- "Bu işi yapmanın bir yolu vardır."
-
[isim]
Karada, havada, suda bir yerden bir yere gitmek için aşılan uzaklık, tarik
- DUL
-
-
[isim]
Eşi ölmüş veya eşinden boşanmış kadın veya erkek
- "Bebek'teki evinde bir dul kız kardeşiyle yalnız yaşar." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Hatice Hanım pek genç dul kalmış zengin bir hanımcağızdı." (Ömer Seyfettin)
-
[isim]
Eşi ölmüş veya eşinden boşanmış kadın veya erkek
- DİL
-
-
[isim]
Ağız boşluğunda, tatmaya, yutkunmaya, sesleri boğumlamaya yarayan etli, uzun, hareketli organ, tat alma organı
- "Ağzımı dolduran kocaman dil, kelimelere yer bırakmıyor ki..." (Yusuf Ziya Ortaç)
- "Çocuk, hâlâ dil ağız vermeden yatıyordu." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Ninniyi mutlaka söylemesi için ona bir sürü dil döktü." (Osman Cemal Kaygılı)
- "Mütemadiyen gülüp söylüyordum. Hacı Kalfanın ellerini dizlerine vurarak: -Dil otu mu yedin be kızım? diye bir gülmesi var ki..." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Birçok aletin uzun, yassı ve çoğu hareketli bölümleri
- "Terazi dili."
- "Kendi kendime, adlı şiirinde bunu şöyle dile getirir." (Salâh Birsel)
- "Şair neslinin şarkıdan o kadar dili yandı ki şarkı kelimesini nerede görse silip üstüne türkü diyecek." (Bedri Rahmi Eyuboğlu)
- "Bunda yenilmiş, içilmiş bir şey yok ya! Sen onun dilini de anlarsın." (Memduh Şevket Esendal)
-
Büyükbaş hayvanların haşlanıp pişirildikten sonra yenebilen dili
- "Birkaç dilim ekmek, ince bir iki dilim peynir veya dil, bazen de haşlanmış bir sebze yemeği." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Ayakkabı bağlarının ayağı rahatsız etmemesini sağlayan ve bağ altına rastlayan saya parçası
-
Kıstak
-
Makaraların ve bastikaların içine yerleştirilmiş olan, üzerinden geçirilen halatı istenilen yöne çevirmeye yarayan, çevresi oluklu, küçük döner tekerlek
- "İki dilli makara."
-
Bazı üflemeli çalgılarda titreşerek ses çıkaran ince metal yaprak
-
Anahtar
-
[isim]
Ağız boşluğunda, tatmaya, yutkunmaya, sesleri boğumlamaya yarayan etli, uzun, hareketli organ, tat alma organı
- GOL
-
Kelime Kökeni : İngilizce
-
[isim]
Futbol, hentbol, hokey ve buz hokeyi maçlarında topun kaleye sokulmasıyla kazanılan sayı
- "Kısacası biz kendimizi yerden yere atar, akınlar durdurur, goller kurtarır, ona paslar sunardık." (Haldun Taner)
-
[isim]
Futbol, hentbol, hokey ve buz hokeyi maçlarında topun kaleye sokulmasıyla kazanılan sayı