İçinde c olan 4 harfli 119 kelime var. İçerisinde C harfi bulunan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Bir de başında c harfi olan kelimeler listesine ya da Sonu c harfi ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, İşlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi

Harf Sayısına Göre Kelimeler


Kelime bulma makinesi

Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.



Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)

NECE

  1. [zarf] Hangi dilde, hangi dilden?
    • "Bu adam nece konuşuyor? Bu yazı necedir?"

ADCI

  1. [isim] Adcılık öğretisine bağlı kimse

ERCE

  1. [zarf] Er gibi, ere yakışır biçimde
    • "Şu değişik hâllerin hepsinden erce, erkekçe istifade etmelidir." (Ahmet Mithat)

HACI

Kelime Kökeni : Arapça

  1. [isim] Din buyruklarını yerine getirmek için hacca gitmiş Müslüman
  2. Kudüs, Efes vb. kutsal bir yeri ziyaret etmiş olan Hristiyan

OCAK

  1. [isim] Ateş yakmaya yarayan, pişirme, ısıtma, ısınma vb. amaçlarla kullanılan yer
    • "Üç balıkçı güneş batarken kumların üzerine iki taştan bir ocak yaptılar ve ateş yaktılar." (Halikarnas Balıkçısı)
    • "Aşk tuzakları birçok ocakların sönmesine sebep olmuştur." (Falih Rıfkı Atay)
    • "Birini bulup da evlenirsem birkaç yıl içinde, yeniden bir ocak tütmeye başlar, diye düşünüyordum." (Memduh Şevket Esendal)
    • "Hanımefendi, gençliğin kadrini biliniz... Ocağınıza düştük." (Peyami Safa)
  2. Şömine
    • "Ocağın önünde oturup acayip bir dikkatle odunların yanışına bakar." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
  3. Isı vererek üzerine veya içine konulan maddeleri ısıtan, pişiren, kaynatan, eriten araç veya alet
    • "Anlaşılan çamaşırcı giderken ocağı tam söndürmemiş olacak." (Haldun Taner)
  4. Kahvelerde, kuruluşlarda çay, kahve vb.nin yapıldığı yer
    • "Konuşmalar iyice kızışmaya başladığı vakit kahve ocağının önünde görünür." (Salâh Birsel)
  5. Yer üstünde veya yer altında cevher çıkarılan yer
    • "Mermer ocağı. Kömür ocağı."
  6. Bahçelerde ve bostanlarda her tür meyve ve sebze ekimine ayrılmış, çevresinden biraz yükseltilmiş toprak parçası
    • "Mustafa, arkasına güçlü kuvvetli bir kadın takmış, üç evleğine çizgiler, ocaklar açıyordu." (Sait Faik Abasıyanık)
  7. Aynı amaç ve düşünceyi paylaşanların kurdukları kuruluş veya toplandıkları, görev yaptıkları yer
    • "Başlangıçtan beri burası bir vatansever ocağı idi." (Falih Rıfkı Atay)
  8. Yılın otuz bir gün süren, birinci ayı, kânunusani
    • "Ocak ayını sevmem, oldum olası." (Burhan Felek)
  9. Yeniçeri teşkilatını oluşturan odalardan her biri
  10. Ev, aile, soy
    • "Henüz temelleri atılmayan kendi ocağım kurulmadan yıkılmıştı." (Aka Gündüz)
  11. Bazı hastalıkları iyi ettiğine inanılan aile

ÜCRA

  1. [sıfat] Çok uçta, kenarda veya uzakta bulunan
    • "İşte, Marmara'nın uzak ve ücra bir köşesinde uyuyan bu küçük nahiyeciğe hürriyet böyle geldi." (Memduh Şevket Esendal)

İNCE

  1. [sıfat] Kendi cinsinden olanlara göre, dar ve kalınlığı az olan, kalın karşıtı
    • "İnce minare. İnce değnek. İnce kitap."
    • "Annesinin bu meseleyi nasıl ince eleyip sık dokuyacağını biliyordu." (Orhan Kemal)
  2. Zayıf
    • "Sarışın, kuru, ince bir kadındı." (Yahya Kemal Beyatlı)
  3. Taneleri ufak, iri karşıtı
    • "İnce un. İnce kum."
  4. Aşırı özen gerektiren, kaba karşıtı
    • "İnce nakış."
  5. Ayrıntılı
    • "Bugün temizlikçi geliyor. Şöyle ince bir temizliğe..." (Tomris Uyar)
  6. Akışkanlığı çok olan, yoğun ve koyu olmayan (sıvılar)
  7. Tiz (ses), pes karşıtı
    • "İnce bir çocuk sesinin hırçınlaştığı, ağladığı işitildi." (Reşat Nuri Güntekin)
  8. Hafif, gücü az
    • "Hiçbir hareket bu gülüş kadar belirsiz ve ince değildir." (Sait Faik Abasıyanık)
  9. İyiden iyiye, enikonu, ayrıntılı
    • "Benim hasta olduğum günlerde her şey uzun uzun düşünülmüş, ince hesaplarla hazırlanmıştı." (Reşat Nuri Güntekin)
  10. Düşünce, duygu veya davranış bakımından insanın sevgi ve saygısını kazanan, zarif, kaba karşıtı
    • "Dostum şair, yazar Sabahattin Teoman, yazdığı ince bir mektupla durumu düzeltiyor."

VECT

Kelime Kökeni : Arapça

  1. [isim] Sevgi veya heyecandan doğan coşkunluk, kendinden geçme, esrime
    • "Giydir hırkayı, fesi, Rufai tekkesinde zikrederken vecde gelen bir dervişin hayaleti olabilir." (Halide Edip Adıvar)
    • "Eski konakların mutfağını anlatırken bir tapınağı tasvir eder gibi vecde kapılır." (Haldun Taner)

SUCU

  1. [isim] Su satan veya evlere su taşıyan kimse, saka

CEMİ

Kelime Kökeni : Arapça

  1. [sıfat] Bütün, hep

İNCİ

  1. [isim] İstiridye gibi bazı kavkılı deniz hayvanlarının içerisinde oluşan, değerli, küçük, sert, sedef renginde süs tanesi
    • "Pek âlâ elinde inci gibi yazısı var, daha ziyade okuyup da ne olacak?" (Memduh Şevket Esendal)
  2. Bu tanelerden oluşan takı
    • "Yalıdaki ev, Dürnev Hanım'ın halılarını, incilerini gözden çıkarmasıyla kurtuldu." (Necati Cumalı)
  3. Yanlışlığı sebebiyle gülünç olan söz veya cümle

CARİ

Kelime Kökeni : Arapça

  1. [sıfat] Geçerli olan, yürürlükte olan
    • "Memlekette bu konunun hükmü hâlâ caridir."
  2. Akan

CEHT

Kelime Kökeni : Arapça

  1. [isim] Çaba, çabalama
    • "Ağlamamak için yaptığı büyük bir ceht gayesine varamadı ve gözyaşları boşandı." (Peyami Safa)

NİCE

  1. [sıfat] Kaç, ne kadar
  2. Birçok
    • "Yalılarda nice yük odaları, oda gibi büyük kilerler vardı." (Abdülhak Şinasi Hisar)
  3. [zarf] Nasıl
  4. [zarf] Uzun süreden beri

CELİ

Kelime Kökeni : Arapça

  1. [sıfat] Açık, aşikâr
  2. Parlak, cilalı

İCAR

Kelime Kökeni : Arapça

  1. [isim] Kira
    • "Tek hanemi sizin gibi asil bir aileye icara vereyim." (Peyami Safa)

KOCA

  1. [isim] Bir kadının evlenmiş olduğu erkek, eş, zevç
    • "Koca işinden çıktıktan sonra, borç boğazı aştı." (Reşat Nuri Güntekin)
    • "Üstelik kadının adı da çıktı, bir daha koca bulamadı." (Refik Halit Karay)
    • "Harfleri okuyup yazamadan, on üçümde kocaya gidecektim." (Ayşe Kulin)
    • "Büyük kızı kocaya kaçtığı zaman küçükleri on iki dönüm tarlanın hakkından gelecek kadar yetişkindiler." (Necati Cumalı)

RİCA

Kelime Kökeni : Arapça

  1. [isim] Dileyiş, dileme, dilek
    • "İşinden atmışlar, tekrar işe almaları için patronuna ricaya gidiyormuş." (Çetin Altan)
    • "Rica ederim, odamdan çıkınız, ben böyle şeylere tahammül edemem." (Peyami Safa)

BÖCE

  1. [isim] Böcü

UCUZ

  1. [sıfat] Fiyatı yüksek olmayan, pahası az, düşük fiyatlı, pahalı karşıtı
    • "Geceleri tiyatroların önünde saatlerce bekleyerek ucuz yerlere yerleşirdik." (Yahya Kemal Beyatlı)
    • "Bizim tekrar tekrar dinlemeyi sevdiğimiz bu fıkrayı anlatırken o hâlâ bu işten ucuz kurtulmuş olmasının heyecanını duyardı." (Abdülhak Şinasi Hisar)
    • "Tezgâhtarlık, figüranlık derken kendini satmasını bilememiş, ucuza gitmişti." (Necati Cumalı)
    • "Hem arabayı ucuza kapattım hem sağlama bağladım." (Aka Gündüz)
  2. Az emekle elde edilen
    • "Biletçi teşekkür etmekten, ben de bu kadar ucuz teşekkür toplamaktan kurtulduk." (Burhan Felek)
  3. Adi, bozuk
    • "Bu gerçeği dile getirenleri felaket habercisi diye nitelemek ancak ve sadece ucuz politikacı ağzına yakışır." (Aydın Boysan)

Kelime Anlamları Kaynağı : Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlüğü