İçinde c olan 4 harfli 119 kelime var. İçerisinde C harfi bulunan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Bir de başında c harfi olan kelimeler listesine ya da Sonu c harfi ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, İşlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- NECE
-
-
[zarf]
Hangi dilde, hangi dilden?
- "Bu adam nece konuşuyor? Bu yazı necedir?"
-
[zarf]
Hangi dilde, hangi dilden?
- ADCI
-
-
[isim]
Adcılık öğretisine bağlı kimse
-
[isim]
Adcılık öğretisine bağlı kimse
- ERCE
-
-
[zarf]
Er gibi, ere yakışır biçimde
- "Şu değişik hâllerin hepsinden erce, erkekçe istifade etmelidir." (Ahmet Mithat)
-
[zarf]
Er gibi, ere yakışır biçimde
- HACI
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Din buyruklarını yerine getirmek için hacca gitmiş Müslüman
-
Kudüs, Efes vb. kutsal bir yeri ziyaret etmiş olan Hristiyan
-
[isim]
Din buyruklarını yerine getirmek için hacca gitmiş Müslüman
- OCAK
-
-
[isim]
Ateş yakmaya yarayan, pişirme, ısıtma, ısınma vb. amaçlarla kullanılan yer
- "Üç balıkçı güneş batarken kumların üzerine iki taştan bir ocak yaptılar ve ateş yaktılar." (Halikarnas Balıkçısı)
- "Aşk tuzakları birçok ocakların sönmesine sebep olmuştur." (Falih Rıfkı Atay)
- "Birini bulup da evlenirsem birkaç yıl içinde, yeniden bir ocak tütmeye başlar, diye düşünüyordum." (Memduh Şevket Esendal)
- "Hanımefendi, gençliğin kadrini biliniz... Ocağınıza düştük." (Peyami Safa)
-
Şömine
- "Ocağın önünde oturup acayip bir dikkatle odunların yanışına bakar." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
Isı vererek üzerine veya içine konulan maddeleri ısıtan, pişiren, kaynatan, eriten araç veya alet
- "Anlaşılan çamaşırcı giderken ocağı tam söndürmemiş olacak." (Haldun Taner)
-
Kahvelerde, kuruluşlarda çay, kahve vb.nin yapıldığı yer
- "Konuşmalar iyice kızışmaya başladığı vakit kahve ocağının önünde görünür." (Salâh Birsel)
-
Yer üstünde veya yer altında cevher çıkarılan yer
- "Mermer ocağı. Kömür ocağı."
-
Bahçelerde ve bostanlarda her tür meyve ve sebze ekimine ayrılmış, çevresinden biraz yükseltilmiş toprak parçası
- "Mustafa, arkasına güçlü kuvvetli bir kadın takmış, üç evleğine çizgiler, ocaklar açıyordu." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Aynı amaç ve düşünceyi paylaşanların kurdukları kuruluş veya toplandıkları, görev yaptıkları yer
- "Başlangıçtan beri burası bir vatansever ocağı idi." (Falih Rıfkı Atay)
-
Yılın otuz bir gün süren, birinci ayı, kânunusani
- "Ocak ayını sevmem, oldum olası." (Burhan Felek)
-
Yeniçeri teşkilatını oluşturan odalardan her biri
-
Ev, aile, soy
- "Henüz temelleri atılmayan kendi ocağım kurulmadan yıkılmıştı." (Aka Gündüz)
-
Bazı hastalıkları iyi ettiğine inanılan aile
-
[isim]
Ateş yakmaya yarayan, pişirme, ısıtma, ısınma vb. amaçlarla kullanılan yer
- ÜCRA
-
-
[sıfat]
Çok uçta, kenarda veya uzakta bulunan
- "İşte, Marmara'nın uzak ve ücra bir köşesinde uyuyan bu küçük nahiyeciğe hürriyet böyle geldi." (Memduh Şevket Esendal)
-
[sıfat]
Çok uçta, kenarda veya uzakta bulunan
- İNCE
-
-
[sıfat]
Kendi cinsinden olanlara göre, dar ve kalınlığı az olan, kalın karşıtı
- "İnce minare. İnce değnek. İnce kitap."
- "Annesinin bu meseleyi nasıl ince eleyip sık dokuyacağını biliyordu." (Orhan Kemal)
-
Zayıf
- "Sarışın, kuru, ince bir kadındı." (Yahya Kemal Beyatlı)
-
Taneleri ufak, iri karşıtı
- "İnce un. İnce kum."
-
Aşırı özen gerektiren, kaba karşıtı
- "İnce nakış."
-
Ayrıntılı
- "Bugün temizlikçi geliyor. Şöyle ince bir temizliğe..." (Tomris Uyar)
-
Akışkanlığı çok olan, yoğun ve koyu olmayan (sıvılar)
-
Tiz (ses), pes karşıtı
- "İnce bir çocuk sesinin hırçınlaştığı, ağladığı işitildi." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Hafif, gücü az
- "Hiçbir hareket bu gülüş kadar belirsiz ve ince değildir." (Sait Faik Abasıyanık)
-
İyiden iyiye, enikonu, ayrıntılı
- "Benim hasta olduğum günlerde her şey uzun uzun düşünülmüş, ince hesaplarla hazırlanmıştı." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Düşünce, duygu veya davranış bakımından insanın sevgi ve saygısını kazanan, zarif, kaba karşıtı
- "Dostum şair, yazar Sabahattin Teoman, yazdığı ince bir mektupla durumu düzeltiyor."
-
[sıfat]
Kendi cinsinden olanlara göre, dar ve kalınlığı az olan, kalın karşıtı
- VECT
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Sevgi veya heyecandan doğan coşkunluk, kendinden geçme, esrime
- "Giydir hırkayı, fesi, Rufai tekkesinde zikrederken vecde gelen bir dervişin hayaleti olabilir." (Halide Edip Adıvar)
- "Eski konakların mutfağını anlatırken bir tapınağı tasvir eder gibi vecde kapılır." (Haldun Taner)
-
[isim]
Sevgi veya heyecandan doğan coşkunluk, kendinden geçme, esrime
- SUCU
-
-
[isim]
Su satan veya evlere su taşıyan kimse, saka
-
[isim]
Su satan veya evlere su taşıyan kimse, saka
- CEMİ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[sıfat]
Bütün, hep
-
[sıfat]
Bütün, hep
- İNCİ
-
-
[isim]
İstiridye gibi bazı kavkılı deniz hayvanlarının içerisinde oluşan, değerli, küçük, sert, sedef renginde süs tanesi
- "Pek âlâ elinde inci gibi yazısı var, daha ziyade okuyup da ne olacak?" (Memduh Şevket Esendal)
-
Bu tanelerden oluşan takı
- "Yalıdaki ev, Dürnev Hanım'ın halılarını, incilerini gözden çıkarmasıyla kurtuldu." (Necati Cumalı)
-
Yanlışlığı sebebiyle gülünç olan söz veya cümle
-
[isim]
İstiridye gibi bazı kavkılı deniz hayvanlarının içerisinde oluşan, değerli, küçük, sert, sedef renginde süs tanesi
- CARİ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[sıfat]
Geçerli olan, yürürlükte olan
- "Memlekette bu konunun hükmü hâlâ caridir."
-
Akan
-
[sıfat]
Geçerli olan, yürürlükte olan
- CEHT
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Çaba, çabalama
- "Ağlamamak için yaptığı büyük bir ceht gayesine varamadı ve gözyaşları boşandı." (Peyami Safa)
-
[isim]
Çaba, çabalama
- NİCE
-
-
[sıfat]
Kaç, ne kadar
-
Birçok
- "Yalılarda nice yük odaları, oda gibi büyük kilerler vardı." (Abdülhak Şinasi Hisar)
-
[zarf]
Nasıl
-
[zarf]
Uzun süreden beri
-
[sıfat]
Kaç, ne kadar
- CELİ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[sıfat]
Açık, aşikâr
-
Parlak, cilalı
-
[sıfat]
Açık, aşikâr
- İCAR
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Kira
- "Tek hanemi sizin gibi asil bir aileye icara vereyim." (Peyami Safa)
-
[isim]
Kira
- KOCA
-
-
[isim]
Bir kadının evlenmiş olduğu erkek, eş, zevç
- "Koca işinden çıktıktan sonra, borç boğazı aştı." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Üstelik kadının adı da çıktı, bir daha koca bulamadı." (Refik Halit Karay)
- "Harfleri okuyup yazamadan, on üçümde kocaya gidecektim." (Ayşe Kulin)
- "Büyük kızı kocaya kaçtığı zaman küçükleri on iki dönüm tarlanın hakkından gelecek kadar yetişkindiler." (Necati Cumalı)
-
[isim]
Bir kadının evlenmiş olduğu erkek, eş, zevç
- RİCA
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Dileyiş, dileme, dilek
- "İşinden atmışlar, tekrar işe almaları için patronuna ricaya gidiyormuş." (Çetin Altan)
- "Rica ederim, odamdan çıkınız, ben böyle şeylere tahammül edemem." (Peyami Safa)
-
[isim]
Dileyiş, dileme, dilek
- BÖCE
-
-
[isim]
Böcü
-
[isim]
Böcü
- UCUZ
-
-
[sıfat]
Fiyatı yüksek olmayan, pahası az, düşük fiyatlı, pahalı karşıtı
- "Geceleri tiyatroların önünde saatlerce bekleyerek ucuz yerlere yerleşirdik." (Yahya Kemal Beyatlı)
- "Bizim tekrar tekrar dinlemeyi sevdiğimiz bu fıkrayı anlatırken o hâlâ bu işten ucuz kurtulmuş olmasının heyecanını duyardı." (Abdülhak Şinasi Hisar)
- "Tezgâhtarlık, figüranlık derken kendini satmasını bilememiş, ucuza gitmişti." (Necati Cumalı)
- "Hem arabayı ucuza kapattım hem sağlama bağladım." (Aka Gündüz)
-
Az emekle elde edilen
- "Biletçi teşekkür etmekten, ben de bu kadar ucuz teşekkür toplamaktan kurtulduk." (Burhan Felek)
-
Adi, bozuk
- "Bu gerçeği dile getirenleri felaket habercisi diye nitelemek ancak ve sadece ucuz politikacı ağzına yakışır." (Aydın Boysan)
-
[sıfat]
Fiyatı yüksek olmayan, pahası az, düşük fiyatlı, pahalı karşıtı