Sonunda ş olan 3 harfli 33 kelime var. Ş harfi ile biten kelimeler listesini inceleyerek aradığınız kelimeleri bulabilirsiniz. Türkçe araştırmalarınızda, scrabble oyununda bu kelimeleri kullanabilirsiniz. Ayrıca İçinde ş harfi olan kelimeler listesine ya da başında ş harfi olan kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, işlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- MUŞ
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Altı düz, küçük gezinti vapuru
- "Ertuğrul yatına bir muş yaklaştı. O muştan redingotlu asker üniformalı birçok paşalar çıktılar." (Yahya Kemal Beyatlı)
-
[isim]
Altı düz, küçük gezinti vapuru
- NİŞ
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Duvar içinde bırakılan oyuk, göz, hücre
-
[isim]
Duvar içinde bırakılan oyuk, göz, hücre
- YAŞ
-
-
[isim]
Doğuştan beri geçen ve yıl birimi ile ölçülen zaman, sin (II)
- "Yaş otuz beş, yolun yarısı eder." (Cahit Sıtkı Tarancı)
- "Yaş ilerliyor. Artık geçti bizden / Kişi ev bark edinmeli vakitten." (Cahit Sıtkı Tarancı)
- "Çocuk daha yaşında değil."
- "Hâkimler ve savcılar altmış beş yaşını bitirinceye kadar hizmet görürler." (Anayasa)
-
Hayatın çeşitli evrelerinden her biri, çağ
- "Genç yaşında. Kızımızı yetiştirdik bu yaşa getirdik." (Mahmut Yesari)
-
Bir kurum, bir kuruluş, düzen vb.nin kurulduğundan bu yana geçen zaman
- "Yetmiş beş yaşına basan Türkiye Cumhuriyeti."
-
Bir gök cisminin oluşmaya başladığı günden bugüne kadar geçirdiği zaman süresi
-
[isim]
Doğuştan beri geçen ve yıl birimi ile ölçülen zaman, sin (II)
- DÖŞ
-
-
[isim]
Göğüs, bağır
- "Bana yastık olsun döşlerin güzel." (Âşık Veysel)
-
Kaburga altı
-
[isim]
Göğüs, bağır
- FİŞ
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Prizden elektrik akımı almaya yarayan araç
-
Alışverişlerde ödenen paranın miktarını, vergilerini, alışverişin yapıldığı tarihi gösteren belge
-
Bir eserin hazırlanmasında kolaylık sağlamak veya bir işe kılavuzluk etmek için yazılıp sınıflandırılan küçük kâğıt yapraklarından her biri
-
Kumarda, bazı alışveriş işlerinde para yerine kullanılan pul vb. şey
-
Bir işi yaptırmak veya gereken sıranın alındığını belirtmek için bir koçandan koparılmış kâğıtlardan her biri, makbuz
- "Fiş almak. Fiş kesmek."
-
Okuma yazma öğretiminde kullanılan, üzerine hece, kelime, cümle yazılı karton parçası
-
[isim]
Prizden elektrik akımı almaya yarayan araç
- KEŞ
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
Yağı alınmış sütten veya yoğurttan yapılan peynir
-
Kış için kurutulan yağsız, tuzsuz yoğurt
-
[isim]
Yağı alınmış sütten veya yoğurttan yapılan peynir
- ARŞ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
İslam inanışına göre göğün en yüksek katı
-
[isim]
İslam inanışına göre göğün en yüksek katı
- DİŞ
-
-
[isim]
Çene kemiklerinin üstüne dizili, ısırıp koparmaya ve çiğnemeye yarayan sert, beyaz organlardan her biri
- "İşlerinden uzaklaştırılanlara gelince onlar Bahadır'a fena hâlde diş bilemekte idiler." (Haldun Taner)
- "Karşısındakine diş geçirmek inadı gene kabarmıştı." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Anası cahil kadın... Delikanlı oğluna diş geçiremedi." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Şöyle iki dişe dokunan, ciğere işleyen söz işitsem, şöyle tatlı, basit bir nağme duysam yok mu..." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Çark, testere, tarak vb. çentikli şeylerdeki çıkıntıların her biri
- "Çarkın dişleri tebessüm eder gibi tatlı bir ses çıkardı." (Sait Faik Abasıyanık)
- "Kelimeyi dişimize vurmuşuz, beğenmişiz, saklamışız. Benimsemişiz." (Bedri Rahmi Eyuboğlu)
-
Sarımsak dilimi, karanfil vb.nde dişe benzetilen tane
- "Bir diş sarımsak, iki diş karanfil."
-
Bazı dantel ve işlemelerin kenarlarındaki yuvarlak sivri bölüm
-
Omurgalı hayvanların çenelerinde veya ilkel yapılı omurgalıların gırtlak ve ağızlarında bulunan kemiksi sert parçalar
-
[isim]
Çene kemiklerinin üstüne dizili, ısırıp koparmaya ve çiğnemeye yarayan sert, beyaz organlardan her biri
- HOŞ
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[sıfat]
Beğenilen, duyguları okşayan, zevk veren
- "Hoş bir ses."
- "Arkadaşlarının birçok yolsuzluklarını, uygunsuzluklarını hoş görmeye mecburdur." (Reşat Nuri Güntekin)
- "İhtiyar adam, bu şaka çok hoşuna gitmiş gibi güldü." (Sait Faik Abasıyanık)
-
[zarf]
Bununla birlikte
- "Hoş, benim de evlenmeye pek niyetim yok ya." (Halide Edip Adıvar)
-
[zarf]
Beğenilen, duyguları okşayan bir biçimde
-
[sıfat]
Beğenilen, duyguları okşayan, zevk veren
- BOŞ
-
-
[sıfat]
İçinde, üstünde hiç kimse veya hiçbir şey bulunmayan, dolu karşıtı
- "Yaralı kaymakamla iki emir eri de boş kalan kompartımana rahatça yerleştiler." (Aka Gündüz)
- "Nasıl boş bulunup o gazeteci kızın resmini çekmesine imkân verdi?" (Atilla İlhan)
- "Ben birkaç gündür arıyorum, birkaç yerlere başvurdum, boş çıktı." (Memduh Şevket Esendal)
- "Ankara'ya giden hiçbir heyetin geri boş döndüğünü görmedik." (Yahya Kemal)
-
Görevlisi olmayan (iş, görev), münhal
- "Boş kadro."
- "Bizden sonra cenaze çıkmış bir eve benzeyen Bekirağa bölüğündeki arkadaşlar boş durmamışlardı." (Hüseyin Cahit Yalçın)
- "Her senede üç dört ay, bahusus kışın boş kalırız." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Yapılacak işi olmayan, işsiz
- "Bugün sabah boşum, gelebilirsin."
-
[zarf]
İşsiz bir biçimde
- "Boş oturmak, aylak durmak insanı çabuk çökertir." (Haldun Taner)
-
Verimsiz
-
Anlamsız
- "Bilirim, sen bu gibi boş yazılardan hoşlanmazsın!" (Memduh Şevket Esendal)
-
Habersiz, hazırlıksız
- "Tatar dilencinin küfürlerine işte böyle boş yakalandım." (Orhan Pamuk)
-
Bilgisiz
- "Daha meselesiz, daha cahil, daha boş, daha yakışıklıydılar." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Bir işe yaramayan, yararsız
- "Yaşlı başlı insanlarız dedi. Birbirimizi boş tesellilerle aldatacak değiliz." (Reşat Nuri Güntekin)
-
[sıfat]
İçinde, üstünde hiç kimse veya hiçbir şey bulunmayan, dolu karşıtı
- ÇİŞ
-
-
[isim]
Çocuk dilinde sidik
-
[isim]
Çocuk dilinde sidik
- FAŞ
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
Açığa vurulma, ortaya dökülme
- "Bu telaffuz, onun dadılı, matmazelli geçmiş çocukluğunun izlerini de faş ederdi." (Haldun Taner)
- "Sırrının faş olduğu gün ona ölümden başka çıkar yol kalmazdı." (Refik Halit Karay)
-
[isim]
Açığa vurulma, ortaya dökülme
- TAŞ
-
-
[isim]
Kimyasal veya fiziksel durumu değişiklikler gösteren, rengini içindeki maden, tuz ve oksitlerden alan sert ve katı madde
- "Kireç taşı. Oltu taşı."
- "İkide birde bana bunun için taş atıyordu." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Taş atıp kolunuz yorulmadan üstüne konduğunuz paranın nasıl kazanıldığını bir yazarsak görürsünüz." (Halide Edip Adıvar)
- "Bunlardan en iyisini taş çatlasa konakta iki aydan fazla tutamazdı." (Reşat Nuri Güntekin)
-
[sıfat]
Bu maddeden yapılmış, bu maddeden oluşmuş
- "Hayvan sanki taş kesilmiş ve kulaklarını dimdik dikmişti." (Osman Cemal Kaygılı)
-
Bazı yerlerde ve işlerde kullanılmak için bu maddeden özel olarak hazırlanmış malzeme
- "Ben olduğum yerde taş gibi donup kaldım." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Yapı işlerinde kullanılmak için bu maddeden hazırlanmış malzeme
- "Tophane yukarılarında taştan bir binada oturuyordu." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Mücevherlerde kullanılan yüksek değerli cevher
- "Bu küpenin taşları o kadar temiz değil."
-
Dama, domino vb. oyunlarda kullanılan metal, kemik, plastik veya tahta parçalardan her biri
-
Bazı organların içinde, özellikle idrar kesesi vb.nde oluşan, türlü biçim ve hacimdeki katı madde
-
Bazı kütlelerden kopan veya koparılan parça
-
Üstü kapalı bir biçimde söylenen iğneleyici söz, tariz
-
[isim]
Kimyasal veya fiziksel durumu değişiklikler gösteren, rengini içindeki maden, tuz ve oksitlerden alan sert ve katı madde
- KAŞ
-
-
[isim]
Gözlerin üzerinde kemerli birer çizgi oluşturan kısa kıllar
- "Aşçıbaşı, kırçıl kaşlarını biraz daha çatıp karşıma çömeliyor." (Yusuf Ziya Ortaç)
- "Dönüp ardına baktı, bakmasıyla kaşlarını çatması bir oldu, yüzü kararıverdi." (Burhan Günel)
- "El yanında yıkar gider kaşını / Tenhalarda gülüşünü sevdiğim." (Ruhsati)
- "Kaşla göz arasında eline bir mikrofon verdiklerinden adamın sesi herkesi bastırır oldu." (Haldun Taner)
-
Kemerli ve çıkıntılı şey veya yer
- "Altın yüzük yaptırdım, kaşı sensin sevdiğim" (Halk türküsü)
-
Sarp kayalık, uçurum
-
Eyerin ön ve arkasındaki çıkıntılı bölüm
-
Duvar, bağ ve bahçelerde toprak yığarak yapılan sınır, set
-
[isim]
Gözlerin üzerinde kemerli birer çizgi oluşturan kısa kıllar
- TUŞ
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Piyano, org vb. müzik aletleriyle daktilo, hesap makinesi, bilgisayar ve telefon gibi makinelerde parmak vurulan yerlerin adı
- "Piyanonun tuşlarından, kemanın tellerinden uçan sesler, insana, insan olmanın mutluluğunu tattırır." (Yusuf Ziya Ortaç)
-
Yağlı boya ressamlığında fırçadaki boyanın tuvale sürülüş biçimi
-
Eskrimde kılıcın ucunun karşı oyuncunun göğüs ve karın bölgesini koruyan özel giysinin bir bölümüne değmesi
-
[isim]
Piyano, org vb. müzik aletleriyle daktilo, hesap makinesi, bilgisayar ve telefon gibi makinelerde parmak vurulan yerlerin adı
- ŞEŞ
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
Altı
- "Asıl âşığın gözü şeşi beş görür, kulağı Mısır'daki sağır sultanın duyduğunu bile duymaz." (Refik Halit Karay)
-
[isim]
Altı
- HUŞ
-
-
[isim]
Gürgengillerden, kerestelik bir ağaç cinsi (Betula)
-
[isim]
Gürgengillerden, kerestelik bir ağaç cinsi (Betula)
- LEŞ
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
Kokmuş hayvan ölüsü
- "Yollarda insan, at ve deve leşleri nadir değildir." (Falih Rıfkı Atay)
- "Evin içini allak bullak edip leşini gözünün önüne sereyim mi?" (Sermet Muhtar Alus)
-
Çok kötü kokan
-
[isim]
Kokmuş hayvan ölüsü
- DÜŞ
-
-
[isim]
Uyurken zihinde beliren olayların, düşüncelerin bütünü, rüya
- "Dadaloğlu'm, sevdası var başımda / Gündüz hayalimde, gece düşümde." (Dadaloğlu)
- "İnsanoğlu, yüzyıllar sonrası için de düşler kurmaktan geri durmamıştır." (Melih Cevdet Anday)
-
Gerçek olmayan şey, imge, hayal
-
Gerçekleşmesi istenen şey, umut
-
[isim]
Uyurken zihinde beliren olayların, düşüncelerin bütünü, rüya
- KİŞ
- ...