Başında s olan 6 harfli 470 kelime var. S harfi ile başlayan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe ile ilgili araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Ayrıca İçinde s harfi olan kelimeler listesine ya da sonu s harfi ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz.
Karmaşık harflerden başında s bulunan kelimeleri bulmak için Kelime Bulma Makinesi'ni kullanabilirsiniz.
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- SATMAK
-
-
[-i]
Bir değer karşılığında bir malı alıcıya vermek
- "Geniş arazisini parselleyip sattı." (Tarık Buğra)
-
[nsz]
Kendinde olmayan bir şeyi var gibi göstermek, taslamak
- "Onun yerinde kim olsa bu kadar azamet satardı." (Peyami Safa)
-
Bir kimse, kendini veya başkasını olduğundan daha önemli, yetkili ve değerli göstermek
- "Herhâlde beni de satmasını bilmiş olacaktı ki hatırlılar masasında ehemmiyetli bir adam gibi karşılandım." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Bir çıkar karşılığında bir şeyi gözden çıkarmak, feda etmek
-
Bir yolunu bularak birinden ayrılmak
- "Yanımdakini satamazsam size gelemeyeceğim."
-
[-i]
Bir değer karşılığında bir malı alıcıya vermek
- SERİLİ
-
-
[sıfat]
Serilmiş, yayılmış
- "Başını, masanın üzerine serili bir plana eğdi." (Refik Halit Karay)
-
[sıfat]
Serilmiş, yayılmış
- SİFTAH
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
İlk alışveriş
- "Daha sabahtan beri siftahım yok!" (Necati Cumalı)
- "Bu vakit kim gelecek? Her günkü gibi siftahı sen ediyorsun?" (Ercüment Ekrem Talu)
-
[zarf]
İlk kez
- "Bu haberi siftah ondan duydum."
-
[isim]
İlk alışveriş
- SÜRGÜN
-
-
[isim]
Ceza olarak belli bir yerin dışında veya belli bir yerde oturtulan kimse
- "Sürgünü yalnız memleket hasreti yıkmaz." (Refik Halit Karay)
-
Sürülme işi, nefiy
- "Sürgün benim için ölüm gibi bir şey olmuştu." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Bir kimsenin sürüldüğü yer
- "Sürgünlerde çile dolduruyordu en güzel yaşında." (Yusuf Ziya Ortaç)
-
Bir bitkide yeni süren filiz
-
İshal
-
[isim]
Ceza olarak belli bir yerin dışında veya belli bir yerde oturtulan kimse
- SANSÜR
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Her türlü yayının, sinema ve tiyatro eserinin hükûmetçe önceden denetlenmesi işi, yayın ve gösterilmesinin izne bağlı olması, sıkı denetim
-
Denetleme işini yapan kurul
-
[isim]
Her türlü yayının, sinema ve tiyatro eserinin hükûmetçe önceden denetlenmesi işi, yayın ve gösterilmesinin izne bağlı olması, sıkı denetim
- SARMAK
-
-
[-i]
Çevresini çevirmek, çepeçevre dolanmak, çevrelemek
- "Bak o zaman nasıl yakınlaşacaksınız. Güven nasıl sarıp sarmalayacak ikinizi." (Adalet Ağaoğlu)
-
Kuşatmak, çevirmek, ihata etmek
- "Ordu düşmanı sardı."
-
Dolayında yer almak
-
Yayılıp etkisi altına almak, kaplamak
- "Kültür düşüklüğündeki çöküş, yaygın bir hastalık gibi sarar toplumu." (Necati Cumalı)
-
Örtmek
-
Kucaklamak
-
Yumak yapmak
- "İpliği sarmak."
-
Şerit, ip vb. şeyler dolaşmak
-
Kâğıt veya bir bitki yaprağıyla dürmek
- "Dolma sarıyorum diye yaprağı parmağıma doladım." (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
- "Sardığı sigarayı tabakasına yerleştiriyor." (Tarık Buğra)
-
[-e]
Sarılıp tırmanmak
- "Asma çardağı sardı."
-
[-i]
Bir şeyi başka bir şeyin içine koyup onunla kaplamak
- "Kitabı kâğıda sarmak."
-
Taşıt tırmanmak, yükseğe doğru çıkmak
-
Saldırmak, hücum etmek
- "Faik Efendi biliyordu ki saracaklar hem de fena saracaklar." (Memduh Şevket Esendal)
-
Bir görev veya işin yerine getirilmesini başkasına yüklemek
-
Sözle saldırmak, tedirgin etmek
- "Evdekilerin hepsi bana sarıyor."
-
Hoşuna gitmek, zevkini okşamak
- "Bu canlılık, insanı on yıl önce görmüş olduğum muhteşem yazdan daha başka türlü sarıyordu." (Ahmet Hamdi Tanpınar)
-
[-i]
Çevresini çevirmek, çepeçevre dolanmak, çevrelemek
- SEFİLE
- ...
- SIZGIT
-
-
[isim]
Kavrulmuş et, kavurma
-
[isim]
Kavrulmuş et, kavurma
- SARKIŞ
-
-
[isim]
Sarkma işi veya biçimi
-
[isim]
Sarkma işi veya biçimi
- SARSIM
-
-
[isim]
Sarsma işi
-
Tedirginlik
-
[isim]
Sarsma işi
- SASIMA
-
-
[isim]
Sasımak işi, tefessüh
-
[isim]
Sasımak işi, tefessüh
- SKAVUT
-
Kelime Kökeni : İngilizce
-
[isim]
Çok hızlı gidebilen bir tür keşif gemisi
-
[isim]
Çok hızlı gidebilen bir tür keşif gemisi
- SÖKMEK
-
-
[-i]
Bir şeyi bulunduğu yerden kuvvet kullanarak veya gevşeterek çıkarmak, çekip ayırmak
- "Bu çoban öyle güçlü görünüyor ki şu yandaki ağacı kavrasa dibinden söker götürür." (Yahya Kemal)
- "... bütün nimet ve imtiyazları söküp atacak." (Abdülhak Şinasi Hisar)
-
Kurulmuş bir şeyi parçalarına ayırmak
- "Makineyi sökmek."
-
Rüzgâr, sel, akarsu, bir şeyi yerinden çıkarmak, götürmek
-
Geçip gitmeye engel olan zorlukları atlatmak
- "Araba çamuru sökemedi. Gemi akıntıyı söktü."
-
Karışık bir yazıyı okumak
- "Çok okunaksız bir yazı. Ben söker gibi oldum." (Haldun Taner)
-
[nsz]
Balgam vb.nin çıkması, akması kolaylaşmak
-
Ayırmak, uzaklaştırmak, vazgeçirmek
- "Saplandığı fikirlerden sökemezdiniz." (Yusuf Ziya Ortaç)
-
[-den]
Örülmüş, dikilmiş şeyin, örgüsünü veya dikişini ayırmak
-
Okuyabilme becerisini kazanmak
- "Bunların Fransızcasını sökmek bir mesele, manalarını sökmek ikinci bir meseledir." (Reşat Nuri Güntekin)
-
[nsz]
Geçmek, etki yapmak
- "Ne yaparsın, dedi, burada böyle söküyor!" (Falih Rıfkı Atay)
-
[nsz]
Gelmeye başlamak veya çıkagelmek
- "Şermin'le Nermin tam bir saat sonra yani saat beş buçukta söktüler." (Halide Edip Adıvar)
-
[-i]
Bir şeyi bulunduğu yerden kuvvet kullanarak veya gevşeterek çıkarmak, çekip ayırmak
- SEKMEN
-
-
[isim]
Tabure
-
Basamak
-
[isim]
Tabure
- SENTEZ
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Element veya başka maddeleri bir araya getirerek yapay olarak bileşik cisimler oluşturma, bireşim
-
Yalından karmaşık olana, külliden cüziye, zorunludan olasıya, ilkeden onun uygulanmasına, genel yasadan bireysel duruma, nedenden etkiye, öncülden varılan sonuca giden düşünme biçimi, bireşim
-
[isim]
Element veya başka maddeleri bir araya getirerek yapay olarak bileşik cisimler oluşturma, bireşim
- SİNCAN
- ...
- SIRTÇI
-
-
[isim]
Hamal
-
[isim]
Hamal
- SALİSE
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Saniyenin altmışta biri olan zaman birimi
-
[isim]
Saniyenin altmışta biri olan zaman birimi
- SEKSEK
-
-
[isim]
Sekerek oynanan bir çocuk oyunu
-
[isim]
Sekerek oynanan bir çocuk oyunu
- SESSİZ
-
-
[sıfat]
Sesi olmayan, ses çıkarmayan
-
Ses, gürültü çıkarmadan yapılan
- "Sessiz çalışma."
-
Az konuşan, suskun
-
Yumuşak huylu, kendi hâlinde ve sakin (kimse)
- "Kız kardeşi Deniz Yolları levazımında çalışan sessiz bir adamla evlidir." (Memduh Şevket Esendal)
-
[zarf]
Ses ve gürültü çıkarmadan
-
[isim]
Ünsüz
-
[sıfat]
Sesi olmayan, ses çıkarmayan