İçinde ö olan 3 harfli 45 kelime var. İçerisinde Ö harfi bulunan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Bir de başında ö harfi olan kelimeler listesine ya da Sonu ö harfi ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, İşlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- GÖZ
-
-
[isim]
Görme organı
- "İşkembe ayıklamaktan, bulaşık yıkamaktan göz açamıyordum." (Orhan Kemal)
- "Daha ileride denizin yüzünü birdenbire allak bullak eden akıntıya benzer bir çırpıntı oluyor, bu çırpıntı göz açıp kapayıncaya kadar kesiliyor." (Sait Faik Abasıyanık)
- "Göz alabildiğine uzanan yeşil tepelerin, ruha ferahlık veren bir munis enginliği vardı." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
- "Kocakarı yöntemlerine inanmayı göz ardı ettiğini söyleyemezdim." (Ayşe Kulin)
-
Bazı deyimlerde, görme ve bakma
- "Gözden geçirmek. Gözden kaybolmak. Göz önünde. Gözü keskin."
- "O sıralar Avrupa'da bir büyük piyano ustası gözleri kamaştırıyordu." (Nadir Nadi)
- "Öbürü göğsünden ağır yaralı iki erin geriye alınmalarına göz kulak oluyordu." (Atilla İlhan)
- "Akşam hazırlanmış sofrayı gözden geçirmek için odasından çıktı." (Ayla Kutlu)
-
Bakış, görüş
- "Bu sefer alacaklı gözüyle baktım."
- "Eski oyuncunun gözlerinde şimşekler çaktı, yutkundu." (Halide Edip Adıvar)
- "Kayaların gözüme kestirdiğim bir yerinden aşağı inmeye başladım." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Suyun topraktan kaynadığı yer, kaynak
- "Asıl felaket bu pınara sırt çevirmek, bu pınarın gözlerine taş tıkamak değil de ne olurdu?" (Tarık Buğra)
-
Delik, boşluk
- "İğnenin gözü."
- "Köprünün gözleri karış karış kazılmıştır." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Çekmece
- "Masanın gözleri."
-
Terazi kefesi
-
Kıskançlık veya hayranlıkla bakıldığında bir şeye kötülük verdiğine inanılan uğursuzluk, nazar
- "İnsanı gözle yiyip bitirirler." (Ömer Seyfettin)
-
Sevgi, ilgi, gönül bağlantısı
- "Gözden düşmek. Göze girmek."
-
Ağacın tomurcuk veren yerlerinden her biri
- "Göz aşısı."
-
Bölüm, hane
- "Dama tahtasında altmış dört göz vardır."
-
Bazı yaraların uç bölümü
- "Çıbanın gözü."
-
[isim]
Görme organı
- ÖRF
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Yasalarla belirlenmeyen, halkın kendiliğinden uyduğu gelenek
- "Yaşandığı asrın örf ve âdetlerini belirtmek bakımından kıymetli bulmuyor değilim." (Refik Halit Karay)
-
[isim]
Yasalarla belirlenmeyen, halkın kendiliğinden uyduğu gelenek
- ÖRÜ
-
-
[isim]
Örme işi
-
Yama olarak yapılan örgü
-
Tarlalarda sele karşı taştan yapılmış set
-
[isim]
Örme işi
- YÖN
-
-
[isim]
Belli bir noktaya göre olan yer, taraf
-
Bir şeyin belli bir noktaya baktığı yan, veçhe
- "Binanın batı yönü."
-
Bir yere gitmek için izlenen yol, cihet, istikamet
- "Bolu yönüne."
-
Tutulacak, izlenecek yol
- "İşin ekonomik yönü."
-
[isim]
Belli bir noktaya göre olan yer, taraf
- LÖP
-
-
[sıfat]
İri ve yumuşak
-
[sıfat]
İri ve yumuşak
- ÖZE
-
-
[isim]
Bir türde, bir bireyde bulunan, aynı cinsten başka hiçbir türde veya bireyde rastlanılmayan, has
- "Gülmek insan türüne öze bir durumdur."
-
[isim]
Bir türde, bir bireyde bulunan, aynı cinsten başka hiçbir türde veya bireyde rastlanılmayan, has
- GÖÇ
-
-
[isim]
Ekonomik, toplumsal, siyasi sebeplerle bireylerin veya toplulukların bir ülkeden başka bir ülkeye, bir yerleşim yerinden başka bir yerleşim yerine gitme işi, taşınma, hicret, muhaceret
- "Obalarının hâlâ arkası kesilmeyen göçleri devam etmekte idi." (Samiha Ayverdi)
- "Kalktı göç eyledi Afşar elleri." (Dadaloğlu)
-
Evden eve taşınma, nakil
- "Her sene, zamanı gelince İstanbul'un mahallelerinde Boğaz'ın köylerine göçler başlardı." (Abdülhak Şinasi Hisar)
-
Taşınma sırasında götürülen ev eşyaları
-
Kuşların, geyiklerin, yarasaların, bazı balık ve böceklerin mevsim, iklim, besin miktarı vb.ne göre çevre değiştirmeleri
-
[isim]
Ekonomik, toplumsal, siyasi sebeplerle bireylerin veya toplulukların bir ülkeden başka bir ülkeye, bir yerleşim yerinden başka bir yerleşim yerine gitme işi, taşınma, hicret, muhaceret
- GÖR
- ...
- BÖĞ
-
-
[isim]
Eklem bacaklılardan, soluk sarı renkli, zehirli bir örümcek türü
-
[isim]
Eklem bacaklılardan, soluk sarı renkli, zehirli bir örümcek türü
- FÖN
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Sıcak, kuru ve sert esen bir tür rüzgâr
-
Bu rüzgârı veren bir aletle saçı kurutup biçim vererek tarama
-
[isim]
Sıcak, kuru ve sert esen bir tür rüzgâr
- BÖN
-
-
[sıfat]
Budala, saf, avanak, ahmak
- "Genç adam çirkin hatta biraz bön." (Sait Faik Abasıyanık)
- "Söyleyecek söz bulamıyor, bön bön ihtiyar Rum'un yüzüne bakıyordum." (Reşat Nuri Güntekin)
-
[sıfat]
Budala, saf, avanak, ahmak
- DÖŞ
-
-
[isim]
Göğüs, bağır
- "Bana yastık olsun döşlerin güzel." (Âşık Veysel)
-
Kaburga altı
-
[isim]
Göğüs, bağır
- KÖS
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
Savaşlarda, alaylarda at, deve veya araba üzerinde taşınan ve işaret vermek için kullanılan büyük davul
- "Politikacılar onun olumlu isteklerini kös dinler mi, dinlemezler mi o zaman görürüz." (Haldun Taner)
-
[isim]
Savaşlarda, alaylarda at, deve veya araba üzerinde taşınan ve işaret vermek için kullanılan büyük davul
- GÖN
-
-
[isim]
İşlenmiş deri
-
Kösele
-
Hayvan derisi
- "Boya değil altın yaldız vursan manda gönü gibi donuk duruyor." (Burhan Felek)
-
[isim]
İşlenmiş deri
- TÖS
-
-
[ünlem]
Hayvanı töskürtmek için söylenen bir söz
-
[ünlem]
Hayvanı töskürtmek için söylenen bir söz
- ÇÖP
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
Saman inceliğinde herhangi bir sap, dal veya tahta parçası
- "Köşk o kadar sessizdi ki yere bir kibrit çöpü düşse çıkardığı ses işitilebilirdi." (Peyami Safa)
- "Dairedeki levazım müdürü çöp atlamazın biridir, diyorlar." (Falih Rıfkı Atay)
-
Yararsız, pis veya zararlı olduğu için atılan ufak tefek şeylerin hepsi
-
[isim]
Saman inceliğinde herhangi bir sap, dal veya tahta parçası
- ÖTE
-
-
[isim]
Konuşanın temel olarak aldığı bir şeyden daha uzak olan yer veya şey, mavera
- "Köşklerin biraz ötesinde köy kulübelerine benzer derme çatma evler görülürdü." (Ruşen Eşref Ünaydın)
- "Hasta da olsalar yapmıyorum işte! Ötesi var mı? İşte başhekim, git söyle." (Memduh Şevket Esendal)
- "Ötesi yok, bütün sinirlerim, iliklerim âşık oluverdi işte!" (Aka Gündüz)
-
Bir şeyin arkadan gelen bölümü
- "İşin ötesi kolay."
-
[sıfat]
Bulunulan yere göre karşı yanda olan
- "Evimizin bir yanı bahçe, öte yanı sokaktı." (Memduh Şevket Esendal)
-
[sıfat]
Daha fazla, çok
- "Güzel olduğu pek iddia edilmezdi ama güzellikten de öte güçlü bir çekiciliği vardı." (Haldun Taner)
-
[isim]
Konuşanın temel olarak aldığı bir şeyden daha uzak olan yer veya şey, mavera
- SÖZ
-
-
[isim]
Bir düşünceyi eksiksiz olarak anlatan kelime dizisi, lakırtı, kelam, laf, kavil
- "Aklıma bu maaş meselesinden bir kere de Ahmet Kerim'e söz açmak geldi." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
- "Toplantıda ilk olarak başkan söz aldı."
- "Numaralar okunuyor, görüşüyoruz, gruplardan gruplara sözler atıyoruz, şakalar ediyoruz, ne hoş eğleniyoruz." (Refik Halit Karay)
- "Söz bir, Allah bir, seni ele vermem." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
Bir veya birkaç heceden oluşan ve anlamı olan ses birliği, kelime, sözcük
- "İşimin yapılacağı konusunda bakandan söz aldım."
- "Sarhoşlar söz atıyor." (Halide Edip Adıvar)
- "Bu toplantıda büyüklere söz düşmüyor." (Halide Edip Adıvar)
- "Hâlbuki bu münasebetsiz dedikodular mektebe de söz getirmeye başladı." (Reşat Nuri Güntekin)
-
Bir konuyu yazılı veya sözlü olarak açıklamaya yarayan kelime dizisi
- "Yer yer birçok türküde rastladığımız beylik sözler de vardı içinde." (Bedri Rahmi Eyuboğlu)
-
Kesinlik kazanmayan haber, söylenti
- "Ortalıkta bir söz dolaşıyor."
-
Bir işi yapacağını kesin olarak vadetme
- "O, sözünde duran bir adamdır."
-
Müzik parçalarının yazılı metni, güfte
- "Şarkının sözleri çok anlamlı."
-
[isim]
Bir düşünceyi eksiksiz olarak anlatan kelime dizisi, lakırtı, kelam, laf, kavil
- LÖK
-
-
[isim]
Yedi yaşından büyük erkek boz deve
- "Cabi Efendi, lök gibi karşılarına dikilmişti." (Ömer Seyfettin)
-
[isim]
Yedi yaşından büyük erkek boz deve
- ÖCÜ
-
-
[isim]
Küçük çocukları korkutmak için uydurulmuş hayalî yaratık, umacı
-
[isim]
Küçük çocukları korkutmak için uydurulmuş hayalî yaratık, umacı