İçinde z olan 4 harfli 177 kelime var. İçerisinde Z harfi bulunan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Bir de başında z harfi olan kelimeler listesine ya da Sonu z harfi ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, İşlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- ARAZ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
İlinek
-
Bulgu
- "Bu hastalığın gösterdiği çeşitli araz üzerindeki sayısız müşahedelerim bana bir nevi pratik ihtisas temin etmişti." (Reşat Nuri Güntekin)
-
[isim]
İlinek
- ARZU
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
İstek, dilek
- "Kendi arzumla Anadolu'ya gitmek kararını verdim." (Refik Halit Karay)
- "Koşmak, raksetmek, tehlikeli jimnastik hünerleri icra etmek arzuları duyuyordum." (Ömer Seyfettin)
- "Arzum kaldı toprağında taşında." (Halk türküsü)
- "Düşündüğüm, arzu ettiğim gibi saf bulduğum bu adama hürmet ederdim." (Memduh Şevket Esendal)
-
Heves
- "İçimde nice zamandan kalma bir arzu var." (Atilla İlhan)
-
[isim]
İstek, dilek
- DİZİ
-
-
[isim]
Bir iplik veya tel üzerine dizilmiş inci, boncuk vb.nin oluşturduğu bütün, sıra
- "İki dizi inci."
-
Herhangi bir bakımdan bir bütün oluşturan şeylerin tümü, seri
- "İşte bütün eserlerini bir araya toplayacak olan bu dizinin başına yazılacak ön söz." (Abdülhak Şinasi Hisar)
-
Yan yana, art arda veya zaman sırasına göre sıralanmış birbiriyle ilişkili nesne veya olayların oluşturduğu bütün sıra
- "Bir dizi olay. Olaylar dizisi."
-
Aynı söz dizimsel bağlam içinde birbirinin yerini alabilecek olan ve güçlü bir karşıtlık bağlantısı kuran ögelerin oluşturduğu bütün, paradigma
-
Saf durumundaki bir kıtada, birbiri arkasında duran erler
-
Değerleri artarak veya eksilerek art arda gelen terimler takımı
-
Bir oktavın içinde sıralanan sekiz sesin bütünü
-
Dizi film
-
[isim]
Bir iplik veya tel üzerine dizilmiş inci, boncuk vb.nin oluşturduğu bütün, sıra
- FARZ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Müslümanlıkta, özür olmadıkça yapılması zorunlu, yapılmaması günah sayılan ibadet
- "Peki, farz edelim ki esas itibarıyla arzunu kabul ettim." (Reşat Nuri Güntekin)
- "Bunun üzerine, işe bir son vermek farz oldu."
- "Vapurun kahvecisi Kefalonyalı denilen ve kötü bir insan farz olunan biriydi." (Yahya Kemal Beyatlı)
-
Yapmak zorunda kalınan şey, boyun borcu
-
[isim]
Müslümanlıkta, özür olmadıkça yapılması zorunlu, yapılmaması günah sayılan ibadet
- ÜZGÜ
-
-
[isim]
Yersiz ve gereksiz olarak çektirilen sıkıntı, eziyet, eza, cefa
- "Bilirim, bir üzgü bin avaz yapar."
-
[isim]
Yersiz ve gereksiz olarak çektirilen sıkıntı, eziyet, eza, cefa
- AZAP
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Büyük sıkıntı, eziyet, ezinç
- "Aydınlık olunca günlerin devamı bir azap gibi geliyordu." (Hüseyin Rahmi Gürpınar)
- "Bu şehrin, takdir fukaralarının orta malına dönüşmüş olmasından azap duyuyorum." (Aydın Boysan)
- "Bu düşünce ona epeyce azap verdi." (Ahmet Mithat)
-
İslam inanışına göre dünyada günah işlemiş olanlara ahirette verilecek ceza
- "Senin yüzünden bir hâl olursa azabını ömrün boyunca çekersin ağabey." (Haldun Taner)
-
[isim]
Büyük sıkıntı, eziyet, ezinç
- ZIRH
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[isim]
Savaşlarda ok, kılıç, süngü vb. silahlardan korunmak için giyilen, demir ve tel levhalardan yapılmış giysi
-
Savaş gemilerinin veya bazı araçların dışına kaplanılan çelik levha
-
[isim]
Savaşlarda ok, kılıç, süngü vb. silahlardan korunmak için giyilen, demir ve tel levhalardan yapılmış giysi
- DİZE
-
-
[isim]
Şiirin satırlarından her biri, mısra
- "İkinci dizenin sonunda, 'gözlerinin renginden'i okurken, Belkıs kesti." (Necati Cumalı)
-
[isim]
Şiirin satırlarından her biri, mısra
- ZİLE
- ...
- ZİLİ
- ...
- ZULA
-
-
[isim]
Kaçak ve yasak şeylerin saklandığı gizli yer
-
[isim]
Kaçak ve yasak şeylerin saklandığı gizli yer
- ÖZET
-
-
[isim]
Bir yazı veya sözün anlamını daha kısa ve özlü biçimde veren yazı veya söz, hülasa, fezleke
- "Romanın özeti."
-
Filmin konusunu en kısa biçimde anlatan, bir senaryo çalışmasının ilk basamağı olan metin
-
[isim]
Bir yazı veya sözün anlamını daha kısa ve özlü biçimde veren yazı veya söz, hülasa, fezleke
- AZİT
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Azothidrik asit HN3 deki hidrojenin yerine bir kökün geçmesi ile türeyen birleşikler
-
[isim]
Azothidrik asit HN3 deki hidrojenin yerine bir kökün geçmesi ile türeyen birleşikler
- ECZA
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Canlılardaki rahatsızlıkların bozuklukların ve çeşitli hastalıkların tanısı, önlenmesi veya tedavisi için yararlanılan doğal veya sentez yoluyla hazırlanmış madde
-
Çeşitli amaçlarla kullanılan kimyasal madde
- "Burada musluklar, mermer teşrih masaları, antiseptik eczalar yok!" (Falih Rıfkı Atay)
-
[isim]
Canlılardaki rahatsızlıkların bozuklukların ve çeşitli hastalıkların tanısı, önlenmesi veya tedavisi için yararlanılan doğal veya sentez yoluyla hazırlanmış madde
- AZCA
-
-
[zarf]
Oldukça az
-
[zarf]
Oldukça az
- OZON
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Molekülünde üç atom bulunan oksijenden oluşan, ağır kokulu, gaz durumundaki basit element (O3)
-
[isim]
Molekülünde üç atom bulunan oksijenden oluşan, ağır kokulu, gaz durumundaki basit element (O3)
- CAİZ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[sıfat]
Din, yasa, töre vb. bakımdan işlenmesinde, yapılmasında sakınca olmayan, yapılıp işlenmesine izin verilen
-
Uygun, yerinde sayılan, yakışık alan
- "Akşama kalıp iskelenin üstü binbir ayakken gitmek caiz değildi." (Sermet Muhtar Alus)
-
[sıfat]
Din, yasa, töre vb. bakımdan işlenmesinde, yapılmasında sakınca olmayan, yapılıp işlenmesine izin verilen
- EZAN
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Müslümanlıkta namaz vaktini bildirmek için müezzinin yüksek sesle yaptığı çağrı
- "Emirgân Camiinden yankılanan sabah ezanını duydular." (Atilla İlhan)
-
[isim]
Müslümanlıkta namaz vaktini bildirmek için müezzinin yüksek sesle yaptığı çağrı
- TAZE
-
Kelime Kökeni : Farsça
-
[sıfat]
Bozulmamış, bayatlamamış olan
- "Beyaz peyniri, ekmeğin taze kabuğuna sarıp ağzıma sokuyorum." (Yusuf Ziya Ortaç)
- "Çamur, taze ot görmüş eşek gibi pis pis sırıtmış bunun üzerine." (Haldun Taner)
-
Dinç, yıpranmamış, yorulmamış
- "Yüzü taze, taravetli ve güzeldi." (Memduh Şevket Esendal)
-
Kuru olmayan, körpe, kuru karşıtı
- "Ağaçların taze yaprakları akşamın serinliğini emiyormuş gibi duruyordu." (Memduh Şevket Esendal)
-
Yeni, zamanı geçmemiş
- "Orada okuduğum en taze havadis yirmi beş, otuz günlüktü." (Halikarnas Balıkçısı)
-
[isim]
Genç kadın
- "Şu köşede çocuğuyla beraber bir taze oturuyor." (Ömer Seyfettin)
-
[sıfat]
Bozulmamış, bayatlamamış olan
- İCAZ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Az sözle çok şey anlatma
-
[isim]
Az sözle çok şey anlatma