İçinde v olan 6 harfli 480 kelime var. İçerisinde V harfi bulunan kelimeler listesini scrabble oyununda ya da Türkçe araştırmalarınızda kullanabilirsiniz. Bir de başında v harfi olan kelimeler listesine ya da Sonu v harfi ile biten kelimeler listesine gözatmak isteyebilirsiniz. Ayrıca şunu da deneyebilirsiniz, İşlerinizi kolaylaştıracak bir kelime bulucu : Kelime bulma makinesi
Harf Sayısına Göre Kelimeler
Daha kapsamlı sonuç için lütfen kelime bulma makinesini kullanın.
Bazı kelimelerin anlamları (Kaynak : TDK)
- OVULMA
-
-
[isim]
Ovulmak işi
-
[isim]
Ovulmak işi
- ÖVÜNME
-
-
[isim]
Övünmek işi, kıvanç, iftihar
- "Bu hatıralar sonradan birçok defa övünmeme vesile teşkil etmiştir." (Reşat Nuri Güntekin)
-
[isim]
Övünmek işi, kıvanç, iftihar
- CETVEL
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Doğru çizgileri çizmeye yarayan, dereceli veya derecesiz, tahtadan, plastikten, madenden yapılmış araç, çizgilik
-
Liste, çizelge
- "O, masanın üzerinden kaptığı cetvele üç tane sıfırı yapıştırmıştı." (Ömer Seyfettin)
-
[isim]
Doğru çizgileri çizmeye yarayan, dereceli veya derecesiz, tahtadan, plastikten, madenden yapılmış araç, çizgilik
- ÇİVİLİ
-
-
[sıfat]
Çivisi olan
- "Bedevi kadınları altı iri çivili bir tür yarım çizme giyiyorlar." (Refik Halit Karay)
-
Çivi çakılarak yapılmış
- "Kapıcı odasındaki çivili bastonu aldım, fabrikayı dolaşmaya çıktım." (Sait Faik Abasıyanık)
-
Çivi ile bir yere tutturulmuş
-
[isim]
Çeşitli spor oyunlarında giyilen bir ayakkabı türü
-
[sıfat]
Çivisi olan
- TENVİR
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Işıklandırma, aydınlatma
-
Bilgi verme, aydınlatma
- "Hep o musikiden anlayan arkadaşımız konuşuyor, bizi tenvir ediyordu." (Sait Faik Abasıyanık)
-
[isim]
Işıklandırma, aydınlatma
- VARAKA
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Varak
- "Vazife esnasında hakaret diye zabıt varakası tutabilirdi." (Aka Gündüz)
-
[isim]
Varak
- SİLVAN
- ...
- TEŞVİŞ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Karıştırma, bulandırma
-
[isim]
Karıştırma, bulandırma
- VURGUN
-
-
[isim]
Kolayca ve haksız ele geçen kazanç
- "İkinci Dünya Savaşı yıllarında Harun'un paralarını kullanarak vurduğu vurgunlarla bugünkü mertebesine ulaşmıştır belki." (Atilla İlhan)
-
Sıcak, soğuk, dolu vb. etkilerle ürünlerde görülen zarar
- "Dolu vurgunu elma."
-
Çok derinlerdeki suyun basıncı dolayısıyla iki akıntı arasında sıkışıp kalma, düzenli hava alıp verememe, birden su yüzüne çıkma vb. durumlarda dalgıcın uğradığı inme veya ölüm
-
[sıfat]
Silahla yaralanmış olan
-
[sıfat]
Birine veya bir şeye vurulmuş, bağlanmış, sevmiş olan, sevdalı, âşık
- "Onun da kendisine vurgun olduğuna gönülden inanmaktadır." (Tarık Buğra)
-
[isim]
Kolayca ve haksız ele geçen kazanç
- ARTOVA
- ...
- AVİSTO
-
Kelime Kökeni : İtalyanca
-
[isim]
Ödenmesi gereken poliçelere yazılan ve "görüldüğünde" anlamına gelen bir terim
-
[isim]
Ödenmesi gereken poliçelere yazılan ve "görüldüğünde" anlamına gelen bir terim
- HAVALİ
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Yöre
- "Şimdi o havalinin belki dünyanın en güzel, en nadir ve en cins güvercinlerine o sahipti." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
[isim]
Yöre
- VALİDE
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Anne
- "Evde, yerinden kalkamayan seksenlik bir validem var." (Memduh Şevket Esendal)
-
[isim]
Anne
- VURMAK
-
-
[-e]
Elini veya elinde tuttuğu bir şeyi bir yere hızla çarpmak
- "Masaya vurmak. Birinin başına vurmak."
- "Komşu konaklarda vur patlasın çal oynasın saz âlemleri devam ediyor, uzak yakın piyano sesleri işitiliyordu." (Ömer Seyfettin)
-
[-i]
Ses çıkarmak için bir şeyi başka bir şey üzerine hızlıca çarpmak
- "Kapılarını vurmadan, kartını göstermeden, kademeye aldırmadan odalara giriyor." (Refik Halit Karay)
-
Etkisi bir yere kadar uzanmak, sokulmak, girmek, duyulmak, yansımak, aksetmek
- "Yıkık damından içeriye parça parça güneş vurur." (Refik Halit Karay)
-
[-i]
Hızla değmek, çarpmak
- "Kolumu duvara vurmuşum."
-
Sürmek
- "Duvara boya, tahtaya cila vurmak. Yakı vurmak."
-
Takmak, koymak
- "Seni buradan ellerine kelepçe, ayaklarına zincir vurup öyle götürecekler!" (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
-
Bağlama, ilişkilendirmek
- "Bohçacı ve yazmacı kadınların tuhaflığına vurarak etrafını alırlar." (Refik Halit Karay)
-
Olduğundan başka biçimde görünmek
-
[nsz]
Batıcı veya kesici cisimleri saplamak, kakmak
- "Bıçak vurmak. İğne vurmak."
-
[nsz]
Uygulamak, basmak, koymak
- "Damga vurmak."
-
Ses çıkarmak, ses vermek, çalmak
-
[-i]
Amaçladığı şeye rast getirmek
-
[-i]
Hızla çarpmak
- "Ayağını güm güm yere vurarak."
-
[-i]
Silahla yaralamak, öldürmek
- "Bir gün kızı kurtarmışlar, ayıyı vurmuşlar, kızı saraya götürmüş, padişahın oğluna vermişler." (Halide Edip Adıvar)
-
Dokunmak, hasta etmek
- "Kömür başına vurdu."
-
[nsz]
Soğuk, dolu vb. ürünlere zarar vermek
- "Sebzeleri soğuk vurdu. Meyveleri dolu vurdu."
-
[nsz]
Kalp, vuru durumunda olmak, çarpmak
- "Kalbi öylesine kopacakmış gibi vuruyordu." (Haldun Taner)
-
Piyango vb. çıkmak, isabet etmek
-
Üzerinde görünmek, üzerine düşmek
- "Ağacın gölgesi duvara vuruyor."
-
[-i]
Desteklemek, dayamak
- "Akşam olunca kapının desteğini vurduk."
-
Çıkmak, görünmek
- "Su dışarı vurdu."
-
Sırtına, omzuna yerleştirmek
- "Hamalın biri sırtına koca bir ayna vurmuş götürüyordu." (Haldun Taner)
-
Bir şeyi başka bir şey üzerine koymak
-
Tavla oyununda pulu kırmak
-
Çok etki etmek, yaralamak
-
İçki içmek
-
[-i]
Herhangi bir biçimde haksız yoldan para almak, soymak
- "Birinin on milyon lirasını vurmak."
-
[-i]
Çarpma işlemini yapmak
- "İkiyi dörde vurursak sekiz eder."
-
[-e]
Elini veya elinde tuttuğu bir şeyi bir yere hızla çarpmak
- ŞOVMEN
-
Kelime Kökeni : İngilizce
-
[isim]
Şov yapan kimse, gösteri adamı
-
[isim]
Şov yapan kimse, gösteri adamı
- TEVAZU
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Alçak gönüllülük
- "Tevazu üzerine geçen hafta yazdığım yazının bir çeşit devamıdır, bu haftaki yazı." (Haldun Taner)
-
Gösterişsizlik
-
[isim]
Alçak gönüllülük
- AVERAJ
-
Kelime Kökeni : Fransızca
-
[isim]
Ortalama
-
Sayı farkı
-
[isim]
Ortalama
- AVUTUŞ
-
-
[isim]
Avutma işi veya biçimi
-
[isim]
Avutma işi veya biçimi
- ELVEDA
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[ünlem]
Bir daha kavuşulmayacağı düşünülen bir şeyden ayrılırken kullanılan bir söz
- "Elveda ey güzel günler!"
-
Bir daha karşılaşılmayacak biçimde ayrılırken "Allaha ısmarladık, Allaha emanet olun" anlamlarında kullanılan bir söz
-
[ünlem]
Bir daha kavuşulmayacağı düşünülen bir şeyden ayrılırken kullanılan bir söz
- NEVALE
-
Kelime Kökeni : Arapça
-
[isim]
Gereken yiyecek ve içecek şeyler, azık
- "Halk, sırtlarında heybeleri, ellerinde nevale sepetleriyle vapura girdi." (Yahya Kemal Beyatlı)
- "Elinde yiyecek paketleriyle evin nevalesini düzmüş, geri dönüyor." (Refik Halit Karay)
-
[isim]
Gereken yiyecek ve içecek şeyler, azık